aslında her şeyin sebebi, şu amına kodumun 14 şubat'ı.
daha haftalar öncesinden hiçbir 14 şubat'a sevgiliyle girememek dedik, part time sevgili arayışına girdik, yetmezmiş gibi bir de, ben bu yazıyı sana yazdım diyerek 14 şubat kutladık. sonra şerefsizin birine bozuldum, gece gece dertleşmek istedim dostlarla.
troy'du ilk durağım, kuzenim. ufak falan ama etkili hani. star gazetesinin reklamları gibi. kardeşimiz dediklerimizin attığı kazıklardan bahsettik, sağolsun dinledi. rüya içinde yüya gördüm bir ara, ona da uğradım biraz. sonra sönmek bilmeyen özel mesaj ikaz ışığı * saati sabaha karşı etmişti bile.
saat 5'e geliyordu uyumak için bilgisayarı kapattığımda.
daha ne olduğunu anlamadan bir ses, bir gürültü tepemde. abim... ablamın işi varmış da, onu bırakacakmış yenimahalle'ye. ben de onun yerine şantiyeye gidecekmişim. uyandım çaresiz, fakat gözlerim kapalı hala. şehrin dışında dağlık bir yer olan şantiyeye vardığımda, bakmadım ama saat en geç 10'du. kahvaltı ettim, en son babalar duyar vardı tv'de, ona bakıyordum bir yandan da. hallederiz aş gururla sunar. ulan kadir, ulan kadir... *
kahvaltıdan sonra, uyumak istiyordum aslında ama, gelen giden olabileceğinden çaresizdim, uyumamalıydım. çayımı aldım, sigaram yok! sanki dünyanın sonu; kahvaltı etmişim içecek sigaram yok. abim düşüncelidir, vardır onun zulada sigaraları diye her tarafa baktım ama yoktu. market yolu gözüktü. yürüyerek yarım saatten fazla sürer gidiş gelişim. ee uzun bir zaman, hem yürümeye de takatim yok.
bir kamyonetimiz de var, sürekli şantiyede duran. kullanımı aslında otomobilden çok daha kolay ama, insan ister istemez korkuyor. büyük ya hani. hem yollar berbat, allah'ın dağı. sağın dağ, solun uçurum!
ama hiçbir şey sigarasızlıktan daha kötü olamazdı, o an için. kontak üzerinde, oturdum koltuğa. bi it var kapıda, karabaş der abim ona. havladı durdu, gitme diyordu sanki. uzunca zinciri olduğundan epeyce havladı etrafımda, siktir lan, it oğlu it dedim. dedikten sonra vallahi sustu! radyoyu açtım, abim de bizden, açılan ilk kanal imaj radyo. ve ahmet kaya söylüyor, hadi bize gidelim yar!
pek ahlakım değildir ama sesi de epeyce açtım. ara sıra harfiyat götüren kamyon şöferlerinden başka kimse yok duyacak. tüm bunlar olurken ben şantiyeden çıkmış, dağ yoluna girmişim bile. hafifçe bir rampa çıkıyorum. bir viraj var yolda kör bir nokta. dağın bir ucu hafifçe dışarı çıkmış, karşıyı görüş sıfır. yolun solundan giyorum görmek için ama, bir kamyon gelirse diye düşünerek sağa geçtim. kimse yok diye, hızlı gidiyor adamlar.
viraja girer girmez, karşıyı görüyorum. in cin yok!
yolun boş olduğunu gördüğüm anda önümdeki çukuru da fark ettim. ulan salak adam, gir çukura, ne olacak! sikmişim kamyoneti! ama yok, salaklık yapacağım illa, huyum kurusun... sola kırdım direksiyonu. uçuruma sıfırım! işte o anda dünya ile ilişiğim kesiliyor, erkekliğene sokayım yalan söyleyecek değilim, it gibi korkuyorum. o korkuyla bir de sağa asılıyorum. kim tutar artık amına kodumun arabasını. götü bir yerde, önü bir yerde. yaklaşık 50 metre o şekilde gittikten sonra, kurtuluş yok diyorum. neden firene basmak aklıma gelmiyor, ya da basmıyor muyum bilmiyorum...
direksiyondan destek alıp kasıyorum kendimi, kapatıyorum gözlerimi. sallanıyorum, ters düz oluyorum, cam sesleri duyuyorum ama açmaya cesaret edemiyorum gözlerimi. anne diyorum sadece, anne. küçükken de anne anne diye ağlardık ya, vallahi öyle. anne diyorum. bütün olup bitenlere sadece anne diye tepki gösteriyorum.
sonra bir sessizlik, bitti diyorum. gözlerim hala kapalı. gözlerimi açtığımda tanrıyı göreceğim diyorum, hesap vakti gelmiş olacak. hayır korkuyorum da, allah şahidim ölümden değil... yapacaklarım var benim hala, yapmak istediklerim. hesap sormam gerekenler var. bunları yapamamış olmak korkutuyor sadece.
gözlerimini açıyorum. vallahi nasıl, nereden çıkıyorum bilmiyorum ama dışardayım. aptallaşmışım, hiçbir şey düşünemiyorum. sağ ayağım feci ağrıyor, oturuyorum olduğum yere. ensem de, ve göğsümde de ağrılar var.
tüüühhh, aman aslanım, aman yavrummm diyerek biri üzerime doğru geliyor. yukarıda kamyonunu görüyorum, belli ki kamyon şöförü. hiçbir şey yokmuş gibi, arkamı dönüp işiyorum. sanki kendimdeyim. en azından olup bitenleri düşünebiliyorum.
dur kımıldama diyor, kırıkların vardır. sonra adam kendinden geçiyor, su su diyor. su yok mu? amca iyiyim diyorum, telefonum nerde, babamı aramalıyım.
hemen arabanın etrafına gidiyor, bakıyor sağa sola. o sırada fark ediyorum cebimde hala telefon. arıyorum babamı, ama sanki hiçbir şeyim yok. kaza yaptım diyorum baba, şantiyeden çıkarken uçuruma yuvarlandım. biliyor ya o da orayı, bir teleş bir telaş sormayın. iyiyim diyorum baba, ağrılarım var ama kendimdeyim. çıktım arabadan da dışarı. geliyorum diyor hemen, kapatıyorum.
kamyoncu amcam sağolsun hala su yok ki su diyor. bir ambulans çağıralım . öyle ya, kaza yaptım ulan, ambulansı ara önce. aklıma gelmemişti vallahi. arıyor, güçlükle anlatıyor adresi.
olduğum yere sırt üstü uzanıyorum. hava soğuk lakin güneş var. sol kolumu gözlerimin üzerine atıyorum, sonrası rüya...
gözlerimi açtığımda bir sedye üzerindeyim. kolumda serum hissediyorum, başımda boyunduruk mudur ne sikimse takmışlar, nefes alamıyorum neredeyse. sonra bir tebessüm, gördüğüm rüyayı hatırlıyorum. öyle güzeldi ki...
oradan oraya götürüyorlar. tomografiydi, röntgendi, adli vakaymış da kan testiydi alkol için. kafalarına göre takılıyorlar anlayacağınız.
kaburgalarımdaki kırığı saymazsak biraz çizik ve ufak yaralarla atlatmışım.
velhasıl kelam, duyupta yanıma gelen, tanıdıkları doktorları arayıp benimle ilgilenmelerini sağlayan, arayıp ta ulaşamayan, ve şu anda bizim evde içeride oturan, geçmiş olsuna gelen dostlarıma sonsuz teşekkür ederim. işte sanal alemin insana kazandırabileceği değerlere bazı örnekler.
şimdi kurtlar vadisi. bakalım polat abimiz, iskender büyük ile nasıl baş edecek.