adının her hecesi amansız bir kor olana, dudaklarımda:
''umut, beslenmeyecek kadar fazlaydı''
hani sana hiç bahsetmediğim için bana sitem ettiğin bir kitap vardı, binlerce sayfası olan. o kitabın en karanlık anlarından birinde geçiyor bu cümle. yoksun ya, gözlerin de yok, en karanlığımdayım. bu cümle daha ağır artık.
peki neden umut? başka nice şey var söylenebilecek en sevgiliye, umutla başlamak neden?
çünkü gözlerimin sana ilk değdiği andan beri tutunabildiğim tek daldı o. devasa bir hasretle, ''amin'' diyerek başladık olmayacak (bizden başka herkese göre olmayacak) duamıza, biliyorsun. olmadı da. öğrenmiş olmalısın artık insanların ''ben zaten böyle olacağını biliyordum'' demeyi ne de çok sevdiğini. canları sağolsun. işte o tarifsiz hasretle başlayan ve yine hep o hasretle devam eden (kimliğimiz oldu o hasret be güzeller güzeli) yolculuğumuzda ben hep umudu aldım yanıma, sana verilmek üzre, o hep yanan serçe misali yüreğine bir katre esenlik olsun diye. çıkınıma koyduğum her şey, en çok da umut, hep senin içindi adı güzel. şimdi ise ağırlığı altında ezildiğim cümle ise bu.
öfkeliyim. ama yalnız sahibini yakan bir öfke benimki. herkesin sahip olduğunu iddia ettiğim boşluk var ya, duyabiliyorum, büyüyor git gide içimde. ne tuhaf, insanlar o boşluğu doldurabilmek için neler yaptılar zamanın başlangıcından beri. ben seni diledim sadece. o boşluk dolsun diye değil, o boşluk anlamını yitirsin diye. ama yoksun şimdi.
evimin anahtarı hala kapımda duruyor. eve her geldiğimde adını fısıldıyorum, belki gelmişsindir diye. yoksun. gündüzleri, geceleri adını fısıldıyorum içimden. ve hep -im takısıyla birlikte. başka türlüsü imkansız.
gittiğini duyanlar ''hayırlısı'' diyorlar, kahkaha atasım geliyor. biliyorsun, seni yakarırken bile tanrıdan, dileyememiştim hayırı. seni dilemiştim sadece. yapamamıştım, dökülmemişti dilimden, geçmemişti hiç içimden ''hayırlısı'' sözü, durmadan seni dilemiştim adı güzel. şimdi ne hayır var, ne allah, ne de sen.
ama ölümler var. aysel ablayı tanıyorsun, kanserdi. umarım inandığı yerdedir şimdi. ankara'da patlayan bombada ölenlerin sayısı ise istatistik değilmiş. iş arkadaşımın kuzeni öldü orada, onun gözlerinden biliyorum.
o meşhur rüzgarlar başladı. yine ıssız buralar. rüzgarlar daha bir kötü sanki. ekmeğin tadı, sigara da öyle. ben zeytin yiyorum devamlı. saçma biliyorum bunu söylemek. bugün düşünmüştüm neden hep zeytin yiyorum diye. tabi seni düşündükten sonra. ve seni düşünmeden önce. ve seni düşünürken düşünmüştüm bunu. iyi misin can? onlar gibi öylesine sormuyorum. ben ne olursam olayım, neyi eksik, fazla, yanlış, doğru yapmış olursam olayım, günahlarım, sevaplarım ne olursa olsun, onlar'dan olmadım hiç. sen'den oldum ben, sen artık olmasan bile. seni sevdim ben tek. hayırsızım, allahsızım, sensizim belki ama seni sevdim sadece. ve hep. son nefesim adın olsun adı güzel.
bazen hiç var olmamış olmayı düşünürken buluyorum kendimi. ama sen bakma kelimenin alay eden oyununa. kendimi bulmak söz konusu değil. zaten bu saçmasapanlığın ortasında bulunacak yer, gidilecek ev, ''taşınacak su'' nasıl bulunsun? ne anlamım ne pusulam var. çünkü anlam da, pusula da sensin.
''ok değerse bir kuşun ancak kalbine değer''
şimdi her adımda özlüyorum seni. acı çekiyorum. o romanlarda sayfalarca anlatılan asil acılardan değil, bayağı bir acı bu.