ermeni soykırımını inkar eden türk

entry10 galeri
    8.
  1. inkar etmekte sonuna kadar haklı olan türk'tür. ciddi bir katliama girişen ermeni çetelerine karşı savaş halindeki osmanlı devleti'nin alabileceği tek etkili karar kalmıştı. o da tehcir kararıydı. karar uygulanırken gerek osmanlı'nın savaş koşulları altında olması gerek de teknik imkansızlıklar nedeniyle bazı ermenilerin hayatını kaybettikleri doğrudur. ama bunu soykırım gibi ciddi bir insanlık suçu ile bağdaşlaştırmak düpedüz bir şerefsizliktir. bu durum ancak balkanlardan ve kafkasya'dan zor koşullar halinde göç etmek zorunda bırakılmış olan ve yolda çeşitli nedenlerle hayatını kaybetmiş yüz binlerce türk (üstelik ciddi saldırılara da maruz kamışlardır ve daha zorlu göçlerdir) ; aynı zamanda ingilizlerin veya rusların eline düşen binlerce osmanlı esirlerinin gene yiyecek ve teknik yetersizlik nedeniyle hastalık vb nedeniyle hayatlarını kaybetmeleri durumuna benzeyebilir.

    http://www.ortadogugazetesi.net/haber.php?id=2737
    http://www.turkalemiyiz.c...alkanlarrumeli.asp?id=602
    http://www.kircaalihaber....pid=8&id_aktualno=325

    ayrıca tarafız bir kaynak olarak da olayın soykırım olmadığını belirten isveçli Binbaşı Hjalmar Pravitz’in anilarinı yazdığı kitabından bazı alıntıları burada belirteyim:

    "Seyahatim esnasında, Ermenilerin çektikleri zorluklar konusunda gerçekten bir sürü gözlemim oldu. Tam bir ay boyunca onlarla yan yana yolculuk ettim. Bu bahsettiğim süre, iddia edilen barbarlıkların yapıldığı günlere rastlıyordu. Ben kendim, aslında, Türk yetkililerinin göç ettirme sırasında yaşanan zorlukların ve acıların azaltılmasını sağlamak konusunda, çok fazla çaba gösterememiş olduğunu kabul ediyorum.

    Ama doğruyu söylemek gerekirse, o günlerde Türkiye üç tane düşman ülkenin kuşatması altında bulunuyordu. Türkiye, o koşullar altında, bence, daha iyi bir düzen sağlayacak durumda zaten değildi. “Acaba Türk hükümeti, o günlerde, genel bir önlem olarak, Ermenileri sürgün etmek zorunda mıydı” diye bir sorulursa, benim yanıtım “Evet” olur. Şunu düşünmek gerekir ki, Ermeni sorunu, son 40-50 yıl, her türlü ahlak kurallarını şiddetle reddeden, Rusların etkisindeki (sosyalist-komünist-anarşist) devrimci grupların eline geçmişti. Aşırı uçlardaki bu Ermeniler, Londra ve başka yerlerde kurdukları gizli dernekleri ve anarşist eğilimli yayın ve kitapları ile Türk hükümetine cephe almışlardı.

    Ermenilerin bir çeşit Türk esareti altında yaşadıklarını ve sürekli baskı gördüklerini iddia edenlerin kuruntu yaptığını düşünüyorum. Daha kötü durumda olan uluslar bulunmaktadır. Mesela ingiliz sömürgesi altında yaşayan Hint kulilerine ve Bengallilere, Rusların "penétration pacifique" (hissettirmeden ülkeye girme) politikası altında iran Azerbaycan'da yaşayan milliyetçilere ve Belçikalı Kongo'sundaki zencilere ve Fransa Guyana'daki Kauçuk bölgesinde yaşayan yerli halka ne demeli! Tüm bu uluslar, bence, Ermenilerin görmüş olduğu iddia edilen sürekli baskıdan ve verdikleri kurbanlardan çok daha fazla baskı görmüşlerdir. Kural olarak, bir ulusun sürekli ve bir nebze daha hafif bir zulme dayanması, kanlı ama hızlı bir şekilde biten bir zulme veya git gide Avrupa'nın dikkatini üzerine çeken, Ermeni sorunu olarak nitelendirilen sadece bir saldırıya dayanmasından çok daha zordur. Dönem dönem ortaya çıkan katliamlar bir yana bırakılırsa, - ki bu katliamların kuşkusuz büyük ölçüde nedeni yine Ermenilerdir -, Ermenilere oldukça iyi davranıldığını düşünüyorum. Kendi dinleri, kendi sözlü ve yazılı dilleri ve kendi okulları vs. hepsi var.

    istanbul’u terk ettiğim zaman, Ermenilerin durumu konusunda kendime göre bir görüşüm vardı. Amerikalı ve iskandinavyalı gezginler, Türklerin yaptıkları baskılar konusunda çirkin öyküler anlatıyorlardı. Anlattıklarına göre bütün bu olaylara Almanlar onay vermişlerdi. Ben kendim açık seçik bir Alman dostu olan ve Almanların tarafında yer almış bir insanım. Öte yandan bu savaşta tarafsız kalmış bir ülkenin yurttaşı olmam nedeniyle, anlatılan her şeye fazla inanmıyordum. Bu anlatılanların altında Ermenilerden kaynaklanan bir parçacık yalanın yattığını düşünüyordum.

    Ortadoğu’da uzun bir süre görev yapmış olduğumdan, Ermenilerin Hıristiyan olmalarına karşın, öyle fazla güvenilir insanlar olmadığını biliyordum. Hasılı, gözümü açıp, Türklerin yaptıkları katliamlar konusunda kulağıma gelen söylentilerin ne ölçüde gerçek olduğunu tesbit etmeye çalışacaktım. Sefaletlere, hatta sınırsız sefaletlere tanık olmuştum, ama planlı ve programlı bir katliama ve herhangi bir zulme kesinlikle tanık olmadım.

    Şunu da söylemeden geçemeyeceğim ki, Osmanlı imparatorluğu tarafından kuzeyde yaşayan Ermenilerin güneye doğru sürgün edilmeleri konusunda Türk hükümetinin elinde çok önemli gerekçeler var. Bunlar içinde en önemlisi, eski Ermeni Krallığı’nın yer aldığı Erzurum bölgesindeki tüm Ermenileri oradan uzaklaştırmaktı. Çünkü onlar, nefret ettikleri kendi devletlerine karşı, Ruslarla el ele verip saldırmayı tasarlıyorlar ve bunun için Rusların ileri hareketini bekliyorlardı. 1916 yılının Şubat ayında (iran’da iken)Ruslara esir düşmüştüm. Hapishane koğuşunu bir Ermeni ile paylaşıyordum. O sırada Erzurum’un düştüğünü öğrendik. Bunu duyan koğuş arkadaşım Ermeni bana şunları söylemişti. “Biz orada bırakılmış olsaydık, şehir çok daha önce düşerdi.” Türkiye gibi, dışarıdan bir sürü güçlü devletlerce tehdit edilen ve saldırıya uğrayan bir ülke, içeriden gelen tehditlere ve hainliklere karşı kendini güvenceye almaya bakar ve bunun için de kimsenin o ülkeyi eleştirmesi gerekmez.

    "işin gerçeğine bakarsak büyük ölçüde Almanların ve müttefiklerinin (Türkiye, Avusturya-Macaristan, Bulgaristan) dostuyum. Öte taraftan tarafsız ülkenin (isveç) vatandaşı olarak tutarlı olmak gerekiyor. istanbul'dan Anadoluya doğru yolculuğuma başladığımda kulaklarım Amerikalı gezginlerin, zavallı Ermenilerin Türk efendileri tarafından nasıl katliama uğradığı şeklinde anlatılanlarla, yani ön yargılarla doluydu. Tanrım! Nasıl bir kargaşa görecektim acaba ve nasıl bir zulme şahit olacaktım? Orta Doğu'da görevli olarak (iran Jandarma teşkilatını kurmak ve geliştirmek için) uzun yıllar yaşadığım için, Hıristiyan olduklarından dolayı, Ermenilerin Tanrı'nın en sevgili kulları olduğu şeklindeki görüşe katılmam kesinlikle mümkün değildir. Türklerin saldırıları ve isimsiz kurbanlar hakkındaki söylentilerin doğru olup olmadığını anlayabilmek için gözlerimi açmaya karar verdim.

    Bölgeden gönderilenleri gözümle gördüm, hem de çok yakından. Onları Anadolu’da demiryolu vagonlarında, Konya ve diğer yerlerde öküzlerin çektiği kağnılarda, yalın ayaklarla, yayan yapıldak, Toros dağlarında, Tarsus ve Adana’da, toplama kamplarında, Deir-el-zor ve Ana’da gördüm. Onları yol kenarlarında ölüme terk edilmiş olarak gördüm. Ama yüzlerce binlercesi arasından hiç biri, kendi din kardeşleri olmasına rağmen, ölülerinden birine bile bir mezar kazmıyordu. Mezar kazma işini ise daima Türkler üstleniyorlardı.

    Cesetleri çakallar tarafından parçalanmış küçük çocuk cesetleri görüyordum. Zavallı açlıktan dermanı kesilmiş kişilerin “ekmek” dilenmek için yürek parçalayıcı yalvarışlarına tanık oluyordum. Yalnız kader kurbanı bu kişilere karşı Türklerin saldırdığını kesinlikle görmedim. Yalnızca bir kez yanımdan geçip giden bir Türk jandarmasının, geride kalan iri yarı birkaç kişiye, elindeki kırbaçla vurduğunu gördüm. Fakat başka bir kez de, bir Türk astsubayın, aylık maaşının hepsini, yanından geçip giden bir dilenci gurubuna dağıttığını gördüm.

    Şunu anlamaya çalışmak gerekir ki, Türk hükümeti, son derece zor şartlar altında iken ve yoksulluklar içinde iki Milyona yakın(resmi kayıtlarda 450.000) Ermeniye, derhal evlerini barklarını terk etmeleri emrini verdi. Pılılarını pırtılarını toplayıp, bir ay sürecek bir yolculuğa çıkacaklardı, hem de ıpıssız dağları, ovaları aşarak. Bu durumda da, kuşkusuz, görülmemiş bir sefalet baş göstermişti. Özellikle de yiyecek bulma ve doktor bakımı gibi önemli konularda sıkıntı dayanılmaz boyutlarda idi.

    "Öte yandan sözkonusu büyük Ermeni göçü hakkında, Türk yetkili kuruluşlarının göçmenlerin sıkıntılarını azaltmak için yaptıkları çabaların çok eksik ve yetersiz olduğunu itiraf etmek durumundayım. Ancak işin doğrusunu söylemek gerekirse ve bir kez daha vurgulamak isterim ki, Türkiye'nin içinde bulunduğu zor koşullar, yani üç güçlü düşman tarafından saldırıya uğramış olduğu göz önüne alındığında, Türklerin böyle koşullarda organize bir yardım faaliyeti yürütmesi imkânsız olmuştur.

    Hasılı, Türklerin, bu evsiz barksız binlerce insana, belli bir denetim ve planlama içinde yiyecek dağıtma işi çok kötüydü. Ama şunu da hatırlatmak gerekir ki, bu bölgede Avrupa ölçütlerine uygun bir yardımın düzenli bir biçimde uygulanması kesinlikle düşünülemeyecek bir şeydi. Ülkenin içinde bulunduğu zor durum, yetersiz tren bağlantıları, insanların uçsuz bucaksız alanlara savrulmuş olması, düzenli bir yardım çalışmasını engelleyen faktörlerden yalnızca bir kaçıdır.
    Her zaman olduğu gibi, kuşkusuz yine en fakir insanlar en çok acı çekenler oluyorlardı. Zenginlerin ise ya tren kompartımanları ya da at arabalarında durumları hiç de fena değildi. Sıradan insanlar ise, öküzlerin çektiği kağnı arabalarında az buçuk idare ediyorlardı. Ben kendim de on iki saatlik bir yolculuğu böyle bir kağnıyla yaparak, Maraş üzerinden bir dağı aşıp islahiye’ye ulaşmıştım. Bu insanların hiç bir şikayeti yoktu. Parayı saydıklarında, gereksinim duydukları şeyleri alabiliyorlardı. Öte yandan bir taşıta binmekten mahrum, cebinde ekmek alacak tek kuruş parası olmayan yoksulların tümü korkunç sıkıntılar çekiyor ve çoğu da açlıktan kırılıyordu.

    Hiç bir şekilde üzücü durumları görmemezlikten gelmek, ya da inkar etmek istemiyorum. Ermeni mültecileri bu durumlara düşüren de, elbette savaşın acımasızlığı olmuştur. Ama şunu hatırlatmakta yarar var. Bu cezaya onların kendileri neden olmuşlardır. Diyeceğim şu ki, onlar kendi kaderlerini kendileri çizmişti ve vardıkları nokta ise kendi çizdikleri bu yolun kaçınılmaz ve mantıklı bir sonucudur.

    Çizilen resim buraya uyuyor. Çünkü uzun zamandır Ermeniler, yaşadıkları ülkenin yasal yönetimine karşı bir takım entrikalar çeviriyorlardı. Birinci Dünya savaşı patlak verdiğinde, artık kendileri güvenilmez insanlar olarak tanımlanan Ermeniler, Türkiye’nin baş düşmanı olan ülkenin(Rusya’nın) sınırlarına yakın yerlerde yaşıyorlardı. Onlar hiç kuşkusuz, önlerine çıkan ilk fırsatta, ellerinde kılıç bu komşu ülkeyle birlikte hareket edeceklerdi. Böyle bir durumda, Türk hükümeti, onları bulundukları yerlerden daha az zarar verecekleri yerlere uzaklaştırma kararı aldı ve bu karar, hemen anında, Ermenilere dost olan Hıristiyan ülkeler tarafından, çığlık çığlığa, tepkilerle karşılandı. Ama, bu güvenlik önlemlerinin niçin alındığı gerçeği – yani şimşeğin çakmasına neden olan bu dev bulut örneğinde olduğu gibi – sessizlikle geçiştirildi. Olaylara görgü tanıklığı etmiş olmam, bana, abartılara ve gerçek dışı beyanlara karşı çıkma hakkı ve görevi veriyor. Kaderin kurbanı olmuş bu insanlara karşı saldırılara, zulme veya katliamlara kesinlikle tanık olmadım.

    Mülteci taşıyan kağnı kervanını ilk kez Konya kentinde gördüm. Konfor ve temizliğe alışık bir batılı insan olarak, bu zavallı ailelerin, kir pas içindeki yatakları, kırık dökük eşyaları bende elbette acıma duygusu uyandırmıştır. Ama şunu da düşünmek gerekir ki, onlar zaten bu yoksulluğun dışında bir yaşam tarzından habersiz insanlardı. Göçe zorlanmaları dışında, daha kötü bir muamele ile karşılaşmamışlardı.

    "Halep'te büyük bir otelin sahibi olan Ermeni Baron'a (Ermeni Erkek - Bay) konuk oldum. Kendisiyle hemşehrilerinin durumu üzerine birçok defa sohbet etmemize rağmen bana Türklerin katliamından hiç bahsetmedi. Ertesi gün Cemal Paşa ile bir görüşme yapacaktım. Bu nedenle Cemal Paşa hakkında konuştuk. Bir çok kişi tarafından bir cellat olduğu iddia edilmesine rağmen, Ermeni Baron bu ünlü adamdan çok olumlu olarak bahsetti.

    "Halep'te Ermeni bir hizmetkar ile tanıştım. Bu kişi daha sonra birkaç ay boyunca bana yol arkadaşlığı etti. Bu kişi ne Halep'te, ne de doğum yeri olan Maraş'ta veya başka bir yerde Türk katliamından tek kelime etmedi. Bayan Stjernstedt'in yazdığı abartılara kesinlikle inanmıyorum ve Ermeni otoritelerinin ileri sürdüklerine hiç mi hiç değer vermiyorum.

    "Örneğin bayan Stjernstedt'in yazdığı kitabın 44. sayfasında Meskene kentinden ve bir Ermeni doktoru olan Turoyan'dan bahsediyor. Bu kişinin güya orada bulunduğu dönemde ben de Meskene'deydim. Tarihi yapıları görmek ve incelemek için etrafıma dikkatlice bakıyordum. Çünkü Büyük iskender buradan Fırat Nehri'ni geçmişti, dahası Tevrat'ta da bu yerden bahsediliyordu. Burada benim şimdi bahsettiğim Ermeni hizmetkarımdan başka hiç bir Ermeni'nin izine rastlamadım. Dr. Turayan'ın varlığı ve tanıklığını meselesine şüphe ile bakıyorum. Eğer böyle biri var olsa bile, belirtilen zamanda orda olduğundan dahi şüpheliyim. Eğer Meskene'deki koşullar gerçekten belirtildiği gibi olsaydı, şüpheci Türkler "hükümet görevlisi" olarak bir Ermeni'yi oraya yollarlar mıydı? Siz buna hiç inanır mısınız?

    Bir Ermeni doktoru olan Turoyan, Ermeni taraftarı olan basın organlarında, Türklerin kanlı katliamları konusunda bazı dikkat çekici açıklamalarda bulunmuş. Onun söz ettiği yer, Fırat nehri kıyısında Meskene adında bir yer. Anlattığına göre 1915 Kasım’ında burası öldürülmüş Ermenilerin mezar taşlarıyla doluymuş. Güya binlerce Ermeni öldürülüp Fırat nehrine atılmış. Ben kendim, 1915 yılının Kasım ayında Meskene’de idim. Orada ne bir Ermeni mezarı vardı, ne de bir Ermeni. On dört gün boyunca Fırat nehrinin kıyısını izleyerek yol aldım. Irmakta tek bir ceset görmedim. Üstelik de sık sık ırmağa girip çıkıyordum. Böylesine acımasızca bir kıyım düşünülemiyecek ve saklanamıyacak bir şeydir. Eğer doğruysa Dr. Turoyan’ın anlattıkları gözümün onünde olacaktı. Ama ben bu anlatılanları kesinlikle görmedim. Üstelik, ta Halep’ten Tahran’a kadar, Maraşlı bir Ermeni olan tercümanım ve uşağım da yanımda idiler ve onlar da bana yolculuğumuz sırasında hiç böyle canavarca şeyler anlatmadılar. Bu süre zarfında bana Türklerin, Ermenilere karşı yapmış olduğu iddia edilen katliamlar konusunda tek kelime söz edilmedi.

    Son on yirmi yıldır, Batı Avrupa’da, şurada burada, Ermeniler lehine güçlü bir kamuoyu yaratılmış bulunuyor. Sürgündeki(komünist) devrimci Ermeni guruplar tarafından kurulmuş gizli dernekler, Londra’daki “Hınçak” gibi güçlü muhalif basın organları oluşturuyorlar. Bu tür yayın organlarının yayınları, zamanla, halkın kafasında, Ermeniler lehinde belli bir görüş oluşturuyor. Sözde Ermeniler yeryüzünün en talihsiz halkı imiş gibi. Ermenilerin o büyük göçe zorlandıkları günlerde ise, aşırı uçta yer alan bu Ermeniler, Ermeni yanlısı ülkelerin başkentlerindeki dedikodu basınında yalan yanlış yayın yapma faaliyetlerini artırdılar. Daha doğrusu bu göç ettirme olayı onların eline böyle aşırı bir yalan yayın yapma fırsatı vermiş oldu.

    Ben her ne kadar bir aydan fazla bir süre esnasında, Türkler tarafından yapıldığı iddia edilen zalimlikler konusunda bir tek kanıt bulamayıp, bir tek görgü tanığı ile karşılaşmadımsa da, üçüncü ya da dördüncü elden bir çok öykü daha doğrusu söylenti dinledim. Bu türden söylentileri büyük bir kuşkuyla karşılamayı bir görev bilmişimdir."

    Hjalmar Pravitz
    FRÅN PERSIEN, I STILTJE OCH STORM
    Major Hjalmar Pravitz – Stockholm, Oktober 1918

    http://www.turkishnews.co...jalmar-pravitzin-anilari/
    0 ...
  1. henüz yorum girilmemiş
© 2025 uludağ sözlük