8 ekim 1978 gecesi, hepsi üniversite öğrencisi türkiye işçi partili 7 pırıl pırıl genç, ülkücü katiller tarafından katledildi.
ankara bahçelievler katliamı, ülkücülerin işlediği cinayetler arasında çok farklı bir yerde durur; çünkü bu katliam,
ülkücü katillerin bilhassa 12 eylül sonrası sürekli dile getirdikleri " o zamanlar her şey karışıktı, her iki taraftan da
kayıplar oluyordu, cinayetler karşılıklıydı..." gibi kendilerini haklı çıkarmaya çalıştıkları temellendirmelerin ne kadar
yalan, gerçek dışı bir bahane, kandırmaca olduğunu gözler önüne serer.
behice boran'ın genel başkanı olduğu türkiye işçi partisi (genç nesil tarafından şimdiki işçi partisi'yle karıştırılmasın)
parlamenter demokrasiyi savunan, seçimlere katılan ve her türlü şiddet eylemine ısrarla karşı çıkan bir partiydi.
12 eylül sonrası kendisi hakkında açılan davalara da bakıldığında en küçük bir şiddet eylemiyle dahi suçlanmamıştır.
o en karanlık dönemlerde dahi üyeleri ve sempatizanları, üzerlerinde hiçbir zaman bırakın silahı, kesici alet dahi
bulundurmamış olup tabiri caizse cam bile kırmamışlardır. bu gerçek o zamanki koşullarda dost, düşman herkes
tarafından bilinmekte ve büyük bir hayretle karşılanmaktaydı.
8 ekim 1978 gecesi o eve yaklaşan katiller de bu gerçeği biliyordu. silahlarıyla eve girmişler, kurbanlarını eterle
bayıltmışlar, daha sonra telle boğarak ve kafalarına kurşun sıkarak katliamlarını gerçekleştirmişlerdir. cinayetlerini,
insanın düşmanına neredeyse savaş koşullarında dahi gösteremeyeceği bir alçaklıkta işlemişlerdir.
bu katil ruhlu insanlar, bu ve benzeri cinayetler için emirleri, o zamanlar ülkü ocakları derneği genel başkanı olan
muhsin yazıcıoğlu'ndan alıyorlardı.
şimdi başka bir perde açalım:
insan daha sonra, yaptığı hatalar, akıttığı kanlar için pişman olabilir, akıl ve vicdan muhasebesini yaparak, ya da
aldığı cezalarla bu bedeli ödediğine inanır ve artık başka bir "insan" olduğunu dile getirebilir. nitekim muhsin
yazıcıoğlu da pişmanlık gibi bir sözü sarfetmese de bu bedeli ödediğine inanmıştı.
şimdi çok yalın, basit ama çok önemli bir gerçeğin eşiğine geliyoruz; bu bedel "o zamanki koşullar böyle yapmamızı
gerektiyordu", "bu kadar yattım, çıktım" ya da "ne yaptımsa ülkem için yaptım" demekle ödenmez; o tek bir
şekilde ödenir : vicdanınla baş başa kalıp yaptıkların için insanca acı çekerek. bunu başarabilen kimse ise daha
sonra zaten başka bir boyuta geçecek, o eski insan olmayacaktır. insana, insanlığa karşı işlenmiş suçların asıl bedeli
yine insanca bir edimle ödenir ancak; vatan, millet ya da din üzerinden değil.
yazıcıoğlu'na ve sevenlerine bakıldığında her ne kadar aksini söyleseler de ben hiç bir zaman eskiye göre değişen
bir şeyler olduğuna inanmadım; yine hep o eski insandı. söylemi ve tavırlarında o başka boyuta geçmiş insanı
göremiyordum. bunun en büyük kanıtı da son zamanlarda bir çok kanlı ve kirli işlerle bağlantılı olarak adı geçen partisinin
bazı örgütlerindeki ve yine partisine bağlı alperen ocaklarındaki kişilerle ilgili dile getirilen (ve bazıları ispatlanmış kanlı
eylemler olan) iddialar karşısında, onları geçiştirmesi ve "insanca bir kaygı" dahi göstermemesiydi. yukarda
bahsettiğim şekilde vicdani hesaplaşmasını yapabilmiş bir kişi, kendisiyle aynı resimde çıkmış böylesi şüphelileri değil
geçiştirmek, kendi şahsının ve örgütünün nasıl bu derece yakınına gelebildiği konusunda dahi dehşete kapılırdı.
yukarda söylediklerim biliyorum, çok naif geliyor; ama asıl o büyük, önemli şeylerin tohumları hep böylesi basit
kareler içinde barınır.
sevenleri sevmeye devam etsin, onlara kimsenin bir şey söylemeye hakkı yok; ama bazı şeyler de bilinsin ve olan
bitene de çok daha dikkatli gözlerle bakalım.