yarım bıraktıklarımızın uç uca eklenmesiyle ortaya çıkandır hayat. ve kasmaktır beş para etmeyecek bir tanım için..
anaokulunda koca koca legolarla ev yapmaya niyetlenip, arazimi tamamladıktan sonra üstüne kat çıkacakken,
ahmet'in elinde gördüğüm renkli oyun hamurlarına atladıgımı hatırlıyorum. benim ilk yarım bırakmıslıgım
burda başlar. aslında anaokuluna ve ilkokula dair pek fazla anı biriktirmişliğim yok.
şu halimi gördükçe de, 3 yaşındayken bindiği salıncağın rengine kadar hatırlayanlardan daha bir
tiksiniyorum.
ortaokul yıllarımda hep değişik işler peşinde koşan ergen olma arzusundaydım. nilgun teyzem
ressamdı. ona özenip tuval, yağlıboya, fırça falan almıştım. fazla işime yaramadılar maalesef. sadece ağaç
çizmekten ibaret olmadıgını öğrenince ressamlıgın, vazgeçtim haliyle. trt-2'deki ressam amcaya da inancım
kalmamıştı. aldatılmış hissetim.
sonra o sıralarda koleksiyon yapmak modaydı. bir arkadasım deniz kabugu
koleksiyonu yapıyordu mesela, bense peçete. tabii o ucuz, beyaz peçetelerden değil.
kedilerle köpeklerin zılgıt attıkları, yıldız ile güneşin kır koşusu yaptıgı peçeteler.. ütopik bir tarzları
vardı yani. bitti o da.
voleybola başladım, yoruldum. bir folklorde dikiş tutturdum ya, al sana ağlarını örmüş bir kader daha.
lisede tiyatroya merak saldım ama gösteriden çok sunuculuk yaptım.. ağrılı bir ergenlik dönemiydi.
gitar hevesimden ise bahsetmesem daha iyi.. yani bir insan birkaç tele bu kadar mı hakim olamaz arkadaş??
o zamanların hit şarkısı, akdeniz akşamları'nı bile çalamıyordum.
fotografcılık ise bir sonraki denemem oldu. fakat çiçeklerin ta dibine girip zoom yaparak nereye kadar
götürebilirdim ki.. makinam sadece okul gezilerinde işime yarardı. bir aman deniz kenarında romantizmi yakalayayım,
bir faytona geçelim nostaljik hava olsun, ya da salıncakta sallanırken vuku bulan bir tatlı huzur almaya
geldik tavrı.. hiç hoş değildi..ayrıca ben düğmeye bastın mı fotografı çıkaran makinalardan istiyordum, olmadı.
lisede gene en iyi hobim sınıf başkanı kalıp hocalara yılısıklık yapmak oldu, çok ekmeğini yemişimdir.
üniversitede ise ortam çok baska. her yerden sosyallesme meraklısı insanlar fırlıyor. bende de bir her şeyden tadayım
isteği oldugundan, o fırlayan insanlardan oldum kısa bir dönem.
satranç kulübüne girecektim mesela, zeka insanın en büyük gücü ya hani, en başında şah mat oldum ama ben.
ayrıntı vermeyeceğim.
latin danslarına göz kırptım bir ara, ama çok tırt insanlarla çift olacaktım, o da öylece kaldı.
fitness konusunda da gecici bir heves sonrası kalıcı bir isteksizlik vardı bünyemde.
ben yapamadım. nedense isteklerim bana hep yamuk yaptılar. oysa ben farklı farklı pencerelerden bakmak
istiyordum hayata. onu daha da zenginleştirmek. anlamadı saf.
yoksa tek bir alan mı gerekliydi, net görebilmek için.
benim heveslerim hep üstünden bir lokma alınıp tiksinilmiş bamya yemeği gibi.. bir daha sokmuyorsun ya ağzına
hani nefret edince. yeni tatlar arıyorsun..
ya belki böyle olmamalı. kararsızım ya.. zaten bu benim en kötü huyum.. bir feysbuk üyeliği alsam mı diye böyle
kararsız kaldım,
bir lise dönemimin sonbahar-kış kreasyonu ürünü barbour mont mevzuunda bir de şimdi.
ama ben yine de bir lokma alıp tiksinmek istiyorum bamyadan. şalgam içmek istiyorum -ıyy ne iğrenç- anafikirli
vazgeçmelerle, hayatta hep bir şeylere başlamak, beğenmezsem yüzüstü bırakmak istiyorum umursamaz bir tavırla.
bir de şu yılmaz erdoğan tavrımı bırakırsam bir köşeye, değmeyin keyfime.
bu maymun iştah erdemdir belki de. bir nimet; en güzel tadı buluncaya kadar seninle olacak.
yalnız tam da o tadı yakaladıgın anda basacaksın deklanşöre -peyniiir- diyerek, heyecanla..
bense bir aforizma savuracağım burdan umutla;