ilkokul 3'e gidiyordum. o zamanlar bizim cevre okullardaki en büyük sehir efsanesi tuvalette bir ögrencinin bogazinin kesildigi hikayesiydi ki ömrüm boyunca okul tuvaletlerini kullanamama neden olmuştur bu.
okulun son günleriydi * 3. dersten sonra bi sıkıştım, öyle böyle degil. kücük olsa neyse bir şekilde halledilir ama büyük işte. Tuvalalete gitmeye korkuyom, inadım inattır dedim dayandım son saate kadar.
Okuldan bi çıkışımı bilirim formula arabaları bok yemiş yanımda. Bir gidişim, bir koşuşum vardı ki tabakhaneye bok yetiştirmek lafı heralde o gün arkamdan konuşanların bok yemesiydi. o köşeleri dönüşüm, sert virajlara korkusuzca girişim, o yığınla gelen insanlar arasından süzülüşüm hepsi birer efsane olarak anlatilacaktı ki. işte. işte o koşu, o güzelim koşu, o bok maratonu bana okulla ev arasındaki mesafenin en hızlı kaç dakikada koşulabilecegini öğretmekten başka hiç işime yaramadı.
mücadelemi kapı önüne kadar sürdürdüm. evdekilerin işgüzarlığı, o defalarca üst üste basılan zilin ne anlama geldigini anlayamayışları benim bu satırları yazarken duydugum hüznün kaynagidir. sonra ne mi oldu? ***