yolun başındayken, henüz sevda yeni yetme bir çocuk, duygular karmakarışık iken; mantık ile beyin arasındaki nöronların hallaç pamuğu gibi karmakarışık ve bir o kadar kabarık olduğu bir andayken dökülüverir kelimeler, oluşturuverir bu cümleyi.
zamanını bozuk para gibi harcarken ansızın alabildiğini geçer olmuş bir zamandan. kim bilir belki evvel zaman, kalbur saman. belki garip bir aşk hikayesi, belki birkaç mısra, kötü bir lise şiiriyle geçiştirilebilecek gündelik bir aşk. ama hepsinin başlangıcı aynı değil mi sonuçta. bir iki kelam arkasından gülen belki masum, belki masum görünen gözler. çoğu zaman benzetmede hata olmaz klişesiyle benzetir sevenler; engin denizlere, yemyeşil kırlara sevdiceklerinin gözlerini. ancak cicim aylarının geçmesidir mühim olan. sonra yavaş yavaş gerçek yüzler çıkarken ortaya; alışmanın getireceği bastırılmış duygular çıkarlar yırtık dondan. ikilem arasında kalmamak mümkün değildir. bazen istenilmeyen bir değişme, bazen sıcaklığını yitirmiş gözler bazense kıymeti bilinmeyen yaşlar sembolize farkındalaşmanın. evet, evet farkına varıyorsundur içinde kaybolacağın ve çıkışı oldukça güç bulunacak bitsede ileride bir gün mutlaka tebessüm yaratacak bu hikayenin. belki uğruna yıllarını verecek, kim bilir öğrendiğin her şeyin yalan dolandan ibaret olacak, belki aldatılmış, belkide parçalanmış bir kalp kalacak ve düşüncelerini geç reflekslerini dahi kontrol edecek gücün kalmayacak, nefes almanın zorluğuna varacaksındır. ve yine kim bilir? pembe panjurlu evinde şömine başında ufaklığın mavi patiklerini koklayacaksındır. dedik ya labirent bu? sezgilerin ve iç benliğini aklın tarafından kullanabilirsen ne mutludur sana aksi taktirde vay anam.