40'ından daha genç olan ve orta şekerli bir sanat bohemiyle hemhal olma avareliğinin ortak özelliklerini taşıyan kuşaktan, zaman zaman TV ekranlarında röportaja çıkanların sık kullandıkları bir sözcük var, "büyük keyif..."
Altın Portakal film yarışmasını izlemek de büyük keyif; istanbul'da yeni açılmış bir resim sergisine gitmek de; Marmaris koyuna bakarak kapiçino içmek de...
Benim için de büyük keyif, sabahları saat 8'e kadar gazeteleri tek tek gözden geçirmek...
Dünkü Sabah'da, Almanlar'ın Bulvar gazetesi Bild'den yapılmış alıntı bir habere koca koca puntolarla şu başlık atılmıştı, "Türkler'e müjde"...
Bild ise "Hoşgeldiniz Yeni Vatandaşlar" başlığını koymuştu verdiği habere.
Almanya'daki 900 bin Türk'e aynı zamanda Alman vatandaşı olma hakkı tanınıyordu. Sosyal Demokrat Parti ile Yeşiller'in kabul ettiği koalisyon protokolünde, eski vatandaşlık yasasının değiştirilmesi de karara bağlanmıştı. Bu değişikliğe göre 14 yaşından beri -ister kadın, ister erkek olsun- Almanya'da yaşayan bir Türk'ün Almanya'da doğmuş çocuğu Alman vatandaşı sayılacaktı.
Ve bu durumda olan 900 bin Türk vardı Almanya'da. Ayrıca yasadaki değişiklik, geri kalan bir milyonu aşkın Türk'ü de yakından ilgilendiriyordu. Ne zaman Alman vatandaşı olabileceklerinin koşullarıyla takvimini belirliyordu çünkü.
* * *
Cumhuriyet'in 10. Yıldönümünde 5 yaşındaydım. Babam Edirne vilayetinde Umur-u Hukukiye Müdürü idi. Bütün kent, üstünde bir baştan bir başa "Ne mutlu Türküm diyene" yazılı zafer taklarıyla donatılmıştı.
Taklardan bazılarının üstünde "Bir Türk cihana bedel" diye de yazıyordu, bazılarının üstünde, "Durmayalım düşeriz" diye de...
Şimdi geldik Cumhuriyet'in 75. Yıldönümüne...
Almanya'da değişen iktidarla birlikte Almanya'da yaşayan Türkler'e sağlanan en büyük avantaj, artık Alman vatandaşı olabilmeleri...
Gerçekten de onlar için büyük bir müjde bu...
Biliyorsunuz değerli yazar dostum Demirtaş Ceyhun'un oğlu Ozan Ceyhun'a Türkiye'deyken çakılan komünistlik damgası, çocuğun hayatını bir anda Gayya kuyusuna atmıştı...
Neysi ki Ozan, Almanya'da Alman vatandaşı oldu.
Şimdi kendisi Yeşiller Partisi kontenjanından Avrupa Birliği Parlamentosu'nda Alman Devleti'ni temsil edecek...
O Avrupa Birliği ki, oraya girmek için kademeli olarak adaylığa kabul edilen 11 ülkenin kuyruğuna bile takılamadı Türkiye..
Ya Ozan Ceyhun hala Türk vatandaşı olsaydı, nasıl bir hayat yaşayacaktı? Bu sorunun yanıtını da Süleyman Bey ile üst düzey sivil-asker bürokratların ferasetine, izanına ve takdirine bırakalım isterseniz.
Ülke yararına eroin kaçakçılığı yapmalarına -sözde kurnazca- göz yumulan sabıkalı kabadayıların, nasıl bir egemenliği hangi boyutlarda ele geçirdiklerini de yine onların takdirine bıraktığımız gibi...
Doğrusu büyük başarıdır, kendilerini kutlarız.
* * *
Yine dünkü Milliyet'te sevgili Doğan Heper, köşe yazısına şu başlığı atmıştı:
"Çözümsüzlük kader mi?"
Niye kader olsun ki?
Ta öteden beri Hazine'den geçinen kadrolar için oldum bittim en akılcı durumdur, "çözümsüzlük"...
Herhangi bir değişime yönelmek risklidir Türkiye'de... Böyle bir özen, istek, çaba, "ortalığı karıştırmak" sayılır...
En güvenli tavır, hiç bir şeyi ırgalamadan "durumu idare etmektir".
Askere giden gençlere dahi şu üç geleneksel öğüt verilmez mi:
- Kaçma, çalışma, karışma...
Çözümsüzlükler toplumsal tepkilere neden olmaya başladığında ise, yüzlerce yıldan bu yana hep aynı yöntem uygulanır, "vurursun kafasına odunu, sesini kesersin."
* * *
Rüşvet, haraç, avanta, beleşten keseyi doldurma, çok eski bir kurum bizde... O açıdan Osmanlı tarihi de tam bir rezalettir aslında.
Kanuni döneminde Fuzuli'nin Saray'a yazdığı mektubu bir hatırlayın:
"Selam verdik rüşvet değil diye almadılar"
Ya Hurrem Sultan ile Damadı Rüstem Paşa'nın servet listesi?..
Tanzimat da tam bir beleşçi bataklığıydı, II. Meşrutiyet de...
Cumhuriyet'in ilk yıllarında Bahriye Nazırı ihsan Bey'in Yavuz zırhlısına Almanya'dan Havuz alırken şavulladığı rüşvet mahkemeye verildiğinde, ağızlarda dolaşan fıkra neydi biliyor musunuz?
Hamamın namusunu kurtarmak için tellaklardan birinin feda edildiği...
* * *
ismet Paşa iktidarının son dönemlerinde Falih Rıfkı'ya yarım volkanik bir gençlik çıkışıyla:
- Çalıyorlar beyefendi, çalıyorlar; demiştim.
Falih Rıfkı:
- Çalmıyorlar alıyorlar, demişti.
Neden bürokratik egemenlikle siyaset bu kadar göz karartıyor Türkiye'de? Çünkü kalitesizliğin en mendebur düzeyine bile, en geniş, olanakları ancak o ikisi sağlayabiliyor...