bir çocuk heyecenı el sallardı gözlerinden bize. kısacık boyu, 38 numaralı ayaklarıyla koşardı. yeşil sahalar üzerinde bastığı yerler kendileriyle gurur duyardı. koskoca alan üzerindeki 22 kişinin içinden sarı kırmızı formasıyla güneş gibiydi. karlar, bir tek onun koşu yoluna yağmazdı sanki. erirdi. soğuk kış gecelerinde izlerken tarihin kalemini, ekranda ne zaman çıksa yüzümüze çarpardı ılık meltemi. bir gün, hayatındaki en değerli varlığını kaybetti. gittiğinde romanya ya son vazifesi için babasının yanına yüreği yanıyordu. "gelme" dedi imparator "eger istersen." geldi. sinesindeki acıyla geldi tarihin mabedine. uzamıştı saçı sakalı. yastaydı. ama o gün o 90 dakikada yaralı bir aslan gibiydi. mabedde, ulusal marşın yankıları vardı. o, sağ elini sol göğsünün üzerindeki ak armaya dayadı. gözleri yere bakıyordu. belki ağlıyordu. ama şunu herkes iyi biliyordu. o, tarihin kalemini tutan en güzel el olacaktı. çünkü o günden sonra metin oktay' dan, hakan şükür' den, bülent korkmaz' dan hiçbir farkı kalmamıştı. hüviyetinde romanya yazıyoru. ama o, galatasaraylıydı. indirmedi sağ elini bir daha göğsünden. yıllarca avrupa da "büyük hagi" diye bilinirdi. büyüktü. gol atmak, giden maçı kurtarmak onun için bir yaranın üzerine yara bandı yapıştırmak kadar kolaydı. ama o, penaltıdan gol attığında bile beş yaşındaki çocuk gibi sevindi. çünkü o, otuzunu geçmiş bir çocuktu. çünkü attığı gol, biricik galatasarayı adınaydı. hırçındı, inatçıydı, pes etmiyordu. yenilmez bir komutandı sanki. bir bakışıyla hakemin yanlış kararlarına mani olabiliyordu. dürüsttü çünkü herşeye rağmen. ve herkes bunu biliyordu. yıllar geçtikçe daha da büyüdü. akşam saatlerinde televizyonlarının sesini sonuna kadar açmış evlerden sokaklara yayılırdı spikerlerin sesi. "hagiii, hagiii, hagiii.... ne büyüksün hagii !!! ne büyüksün!!!" ne büyüktü hagi... her galatasaraylının yüreğinde asılıdır, elinde real madrid den söke söke aldıkları süper kupa, alnında sarı kırmızı atkısı, boynunda madalyası ve gururla, sevgiyle, aşkla, hırsla, özveriyle, gözyaşıyla ve gülücüklerle yıllarca taşıdığı galatasaray forması. armasının üzerinde, hiç geçmeyen ellerinin çiçek gibi izleri. öyle çok sevilirdi ki, kış vakti canım çilek çekti diye bir açıklama yapsa, ertesi gün evinin önünde çilek kamyonları beklerdi. boşuna demezdi milyonlar "i love you hagi!" diye. "seni seviyorum" cümlesinin en çok yakıştığı insan olduğunu bilirdi insanlar. şimdi ismini duysam biyerlerden ya da aklımdan geçse, dökülür dudaklarımdan titremeyle gözümden akan akan yaşlar üzerine damlayarak "hagi" diye.
keşke hagi, keşke bir kere olsun görebilseydim seni. sadece bir kere boynuna sarılıp, hıçkıra hıçkıra, ağlaya ağlaya teşekkür edebilseydim. bana, tüm galatasaraylılara, tüm türkiye ye kazandırdıkların için. keşke omzuna başımı gömüp, imkansız olsa da "lütfen geri dön yanımıza" diye yalvarabilseydim. sensiz olmadı, olmuyor, olmayacak hagi. yolun açık olsun. tek dileğim birgün tekrar galatasarayımızla yolunun birleşmesidir. hoşçakal özlemin dört harflik adı. hoşçakal gözbebeğimiz, biriciğimiz. hoşçakal gerçek yaşayan efsane, hoşçakal gica, hoşçakal hagi...