Film çekmeyen, gerçeği filme işleyen adam. Filme sadece kadrajın aldığı alanı değil, gerçek yaşamın içinde kafanı çevirsen görülebilecek her şeyi, kulak kabartsan duyulabilecek her şeyi dâhil eden adam. işte bu yüzden filmleri samimi geliyor, işte bu yüzden film izlediğini değil yaşadığını hissediyorsun.
Hikâyenin bir başlığını size çek yapıştır şeklinde sunmak yerine, tek çekim yaparak sunma cesaretini gösteriyor. Örneğin Av Mevsimi filminde filmin ilk 10 dakikası içinde bunun gibi 3 sahne vardır.
Birinci sahne, emniyettedir. Ferman ve idris’in, Ferman’ın çaylaklara ders verdiği salondan çıkmasıyla başlıyor. Kapıdan çıkınca kamera geriye açılıyor. Bir karakolda olabilecek tüm diyaloglar akışkan bir şekilde izleyiciye sunuluyor. Amirin, Ferman ve idris ile konuşmaları, o sırada araya başka polislerin dahil olup soru sormaları, onların çekilip Ferman ve idris’in devam etmesi, çaycının çay getirmesi, amirin telefonunun çalması, Ferman ve idris’in konuşmaya devam etmeleri… Bu sahneyi izlerken o emniyetin gerçekliğine inanıyorsunuz. Çünkü bu üçlü ayakta bir yerde konuşmak yerine böyle bir koşuşturmanın, emniyette olabilecek olan, içine sokuluyor. Bu sırada emniyetteki olağan işler devam ediyor. Arkadan olağan emniyet konuşmaları devam ediyor. imkan olsa ve sahneye 360 derecelik bir görüş açısı sağlansa, kimsenin görmeyeceğini bile bile kadrajın dışındaki kişilerin oynadığını görürsünüz. Yönetmenin bu sahnede büyük bir cesaret örneği gösterdiği çok açık.
ikinci sahne, emniyetten olay yerine giderken geçiyor. Yaklaşık 1,5 dakikalık bir sahne, hiç kesintisiz. Ferman, idris ve çaylak Hasan arabadalar. Bu üçlü sürekli diyalog halinde. Konu akışkan. Hiç sahne atlama yok.
Üçüncü sahne, bu üçlünün olay yerinde vardıklarında arabadan inmeleri ile başlıyor. Film için gerçek bir olay yeri yaratılmış. Her şey akıyor, herkes işini biliyor. Ferman önde, idris ve Hasan arkada olay yerini sınırlayan şeridin altından geçiyor. Geçmeleri için şeridi kaldıran polis Ferman’a selam veriyor, Ferman polise adı ile hitap edip selam veriyor. idris şeridin altından geçerken polise Kadir’i soruyor. izinli abi, cevabı geliyor. Ne gerek var bu diyaloglara. Çünkü bu diyaloglar filme boyut kazandırıyor. Aynı işi yapan, aynı çatıda bulunan insanların özelini ve ilişkisini sunarak, boyutu sıradan bir olay yeri incelemeden alıp, bu insanların başka yerde ortak etkileşimleri olduğu boyutuna taşıyor. Başka bir tabir ile ağacı dallandırıyor. Neyse, sahne hiç kesilmeden bu üçlü savcı ve doktorun olduğu yere gidiyorlar. Ferman ve idris’in savcı ve doktor ile olan konuşmaları aynı şekilde ağaca başka dallar ekliyor. Bu sırada olay yerindeki sahne sürekli hareket halinde. Akan suyun içinde delil arayan polisler sürekli arayış halinde, kulak kabartırsanız idris ve elinde kesik kol olan polis konuşurken Ferman, savcı ve doktorun konuşmaları da arkadan geliyor. O sırada elinde kesik kol olan polis, kolu bulan kişiyi gösteriyor. Sahne hiç atlamıyor, kolu bulan adam polise ifade veriyor. Kadrajın ne zaman kendine döneceğini bilmese bile anlatıyor. Çünkü kadraj kendisine döndüğünde anlatıyor olmalı. Yavuz Turgul’un aslında filmin kadraja sığmayan anlarını da yazdığını anlıyoruz. Bu üçüncü sahne tam 2 dakika boyunca tek çekim yapılarak çekilmiş. Bunu götü yiyen kaç tane yönetmen var bilmiyorum.
Bu filmde bunun gibi çok çok sahne var. idris’in içinde olduğu ceset torbasının ağzının kapatılması ile başlayıp evin merdivenlerinden indirilmesi ile biten sahne favorim.
Yavuz Turgul filmlerinde sahneleri tek tek izlemek keyif veriyor. Çünkü çektiği bir film değil, yaşamın kesiti. Güvenlik kamerası kaydı kadar gerçek geliyor. Bu gerçeklik sağlanıyor.