hakkında yıllardır yazmak istiyor fakat kalemi bir türlü elime alamıyor, alsam da film hakkında hislerimi ifade edecek kelimeleri ardarda getiremiyordum. das leben der anderen o kadar doğru bir şeyi o kadar güzel bir tarzda anlatıyor ki, filmin yapısal, teknik ve kurguya dair tüm sorunları bir anda anlamını yitiriyor. insanlar değişebilir, insanlar yaradılışlarında varolan eksiklik ve zaafları, hatta kötülükleri, iyiliğe ait olan bir takım özelliklere dönüştürebilirler. tek ve yegane ümidin insanlarsa olduğunu anlatan iyimser bir film bu. eğer bu bir türk filmi olsaydı ajan wiesler'in, dreyman'ın evine gizlice girip okuduğu kitabın brecht yerine sait faik'e ait olmasını ve ondan birkaç satır okunmasını isterdim. çünkü sait faik de bayraklara, ideolojilere değil, insanlara inanırdı. bir de her şeyin bir insanı sevmekle başlayacağına.filmin o anı wiesler'in yavaş yavaş değişmeye başladığı andır. aslında wiesler ve dreyman istemeden birbirlerini değiştirirler. ama biz sadece katı kalpli komünist devlet ajanı wiesler'in değişimine odaklanıyoruz. ulrich mühe'nin şahane oyunculuğu bizi buna zorluyor. oysa ki dreyman, önceden doğu almanya aleyhtarı değilken ondan kuşkulanan wiesler, dreyman'ın kadınına, dostlarına ve ustasına olan bağlılığı, insaniyetini gördükçe ona sempati beslemeye başlıyor. tiyatro yazarı ustasının intiharından sonra artık buraya kadar deyip doğu almanya hakkındaki fikirleri değilşen dreyman'ı ise koruyor.
not: dreyman, hocasının ölüm haberini alınca, piyanoya oturup beethoven'dan bir eser çalıyor ve anne maria'ya lenin'in ne zaman beethoven dinlesem beni yumuşatıyor sözünü aktarıyor. dreyman, beethoven'ı çalarak, seçimini insan olandan yana yapıyor ve lenin'in şahsında ideolojileri gömüyor.