bir sabahattin ali romanı.
en başta ankara'nın betimlemesi ve raif bey'e gelene kadar olan karakter gelişimi harika, fakat raif bey'in özneline geçtiğimizde dilin değiştiğini fark etmiyoruz bile.
burada birkaç soru sorulabilir: ilk kısım yeterince iyi değildi de raif bey'e geçince orayı unuttuk mu? yoksa ikinci kısım çok iyi olduğundan ilk kısımdan rahatça sıyrıldık mı?
ilk ihtimal olamaz zira ikinci kısımdan soyut olarak ilk kısım da çok etkileyici; harika psikolojik tahliller (bu yönüyle biraz peyami safa'yı andırıyor.), çok iyi betimlemeler, aşırı akıcı öykü... fakat raif bey'e geçince, ilk kısımdaki raif bey'in o kadar iyi kurgulandığı ve ikinci kısma hazırlandığı görülüyor ki şaşırıp kalıyorsunuz.
inanmak, ruhun yalnızlığı ve medeniyet içinde kaybolmanın yanında, akraba ilişkilerini de sorguluyor fakat tabi ki, romanın asıl sorguladığı: aşk.
maria (kürk mantolu madonna) da aynen raif bey'in gençliğindeki hali gibi, birilerine inanmaktan ümidini kesmiş ve hayatta tutunacak, gerçekten inanacak birilerini arayan bir kadın. ikisi birlikte olunca maria, raif bey'e göre daha dalgalı bir karakter gelişimi sergiliyor. inanmak istiyor, sevdiğine kendini ikna etmek istiyor fakat bocalıyor, çünkü raif bey gibi birinin karşısında afallıyor.
fakat hikaye ilerledikçe aralarındaki ilişkinin aslında hep derin olduğunu ve gittikçe derinleştiğini görüyoruz.
ikisi de, kendilerini çok uzun zamanlar birine inandırmamaya kurdukları için, içlerinde hep 'inanmamaya' dair bir potansiyel taşıyorlar.
raif bey'in yaptığı da bu: kendi korktuğu başına geliyor. maria'nın kendisni kandıracağını düşündüğü ilişki süreci boyunca, kendisinde hiç suç aramıyor. fakat maria'nın inanmama üzerine bir eylemine karşı hep tetikte.
--spoiler--
sonunda birbirlerine gerçekten de aşık olarak ayrılıyorlar fakat maria'nın ölümünü bilmeyen raif bey onu suçlamaya başlıyor. hep içinde potansiyelini taşıdığı o 'yalnız ruh, yalnızlık' durumunu diriltiyor. adeta artık bundan narsisist bir zevk almaya başlamış. zira başkalarında 'inanmak' duygusunu bulamamak, kendisini özel kılıyor. uzun yıllar, inancına ihanet edildiğini düşünüyor, inanmayı halen bulamadığını tahayyül ederek kendini dış dünyaya daha fazla kapatıyor ve direkten dönmüş misali, yine yalnızlığa gömülüyor.
fakat maria'nın öldüğü haberiyle sarsılıyor: aslında inanmayanın kendisi olduğunu, maria'nın son nefesine kadar raif bey'i muhafaza ettiğini anlayınca afallıyor. bir amaca fazlaca bağlanayım derken hayatında kendisini silikleştirmenin manasızlığını ve kendisini zorla mutsuz etmenin ahmaklığının farkına varıyor. fakat tabi çok geç oluyor artık. geride kalan kızı ise sabahattin ali'den raif bey'e bir ceza adeta:
gözünün önüne koyulan bir 'hatırlatıcı'.
raif bey, kendi yalnızlığına ve yanlış hükümlerine mahkum oluyor. insanları suçlamanın, çoğunluğun realiteyi oluşturduğunu düşünerek içine kapanmanın, 'inanmak'ı aramanın ve bunu ararken kendi ideallerini ve eylemlerini ve yaptıklarını düşünmemenin, görmemenin cezasını çekiyor.
hem de on yıl boyunca!
ve bu on yıldan sonra, o on yılın on katına bedel bir tokat yiyor:
suçlu olan kendisiymiş.
--spoiler--