bundan seneler önce henüz evlenmemişim, inşaatlarda iş kovalıyorum, biz de içerdik. iş bulman garanti değil, bulsan kuş kadar para alırsın, aile kurmak istesen babadan para kalmamış, elin kızına vaad edecek hiçbir şeyin yok. sana kim kız versin? eve gidiyorsun işsiz güçsüz utancından ananın elini öpmeye çekinirsin. arkadaş arasında herkes senin gibi, iskambilden başka beklentin yok.
işte bunu içince kopup gidiyorsun bütün bu dertlerden. ama hep geri geliyorsun, bu sefer bütün beklentin yeniden içebileceğin anı kovalamaya dönüşüyor. isterse sağlığa faydalı olsun, isterse beş yüz sene yaşatsın, sen yaşamaya çalışmıyorsun yani anlatabiliyor muyum?
ama onun mutluluğu da geçicidir ha. çünkü hiçbir şeyi çözmüyor, hala sana kimse kız vermiyor, hala babanın önünde başın eğik, hala iş yok, ama hayat ilerliyor da. yirmi ikiyim derken bir bakmışsın otuzuna gelmişsin, sekiz dediğin nedir ki? geçip gider sekiz dokuz göz açıp kapayıncaya kadar. her şey birikir, çözülmeyen her şey yığılır, daha fazla uyuşmak zorunda hissedersin, daha fazla daha fazla derken geriye hiçbir şey kalmaz.
bundan sıyrılamayan kaç arkadaşımın eriyip bittiğini gördüm anlatamam size. hafızam çok kötüdür benim, hele öyle dönemleri hiç hatırlamaz insan silinip gider kafasından. ama bir halil vardı bizim iki çocuklu. erken yaşta evlendirmişler bunu, çok saf adamdı. hepimizin boynu büküktü ama bu ayrı, sanki böyle sürekli üzerinden birileri bastırıyor gibi bir hali vardı kardeşimin. karısı sakattı ayrıca çok zor yürüyordu, bu döverken sakat bırakmış derlerdi ama bilmezdik işin aslını. çok rakı içince hemen başlardı karımı çok seviyorum diye sayıklamaya. bu adam mı karısını dövmüş derdik yani. öyle herhangi bir şeye zarar verebileceğine inanmak zordu, çok iyi kalpli filan olduğundan değil ha normal insandı o da bizim gibi ama farklı bir şey vardı işte halinde.
neyse bu bazen haftalarca beş kuruş bulamazdı, pek ayık gezmediğinden iş vermek de istemezdi buna kimse. o gelince onun işini de yapmak zorunda kaldıklarından kimse yanında götürmezdi de. yine ben çağırırdım iş buldukça. böyle yakınlaşınca bir kere evine davet etti beni, normalde kimseyi davet etmezdi. ailesinden ve evinden utandığı için yapardı bunu hissederdik.
bir sakat kadın, bir yaşlı anası, iki de çocuk düşününce evin halini canlandırmak çok zor olmasa gerek gözünüzün önünde. zaten iki göz ev demeye bin şahit isteyen taş yığını. beni en çok etkileyen şey çocukların her şeyin farkında olmasıydı. bu kadar sessiz, utangaç çocuk olmaz olsun. çocuk dediğin koşar oynar, yaramazlık yapar, şımarıklık eder, bunlar artık korkularından mı neden bilmem öyle bir bakarlardı ki hani evin çocuğu değil de sahibi bunlar dersin. bütün ev işleri bunlara kalmış tabi, bir yandan okul, hatta sanırım çalışıyorlardı ama ne iş yaptıklarını öğrenemedim ya da unutmuşum.
işte bunu gördükten sonra halil'e asla aynı gözle bakamadım. kafası güzel gelince gülerdik mesela, "ulen yine ne içtin" diye alay eder laf dokundururduk. ya da beraber içerken filan çekinmezdik. ama bundan sonra onu ne zaman kolunu kaldıramayacak kadar sarhoş görsem "bu adam nasıl o eve gidip o çocuklara babalık yapacak?" diye sorar oldum.
sonra bir gün ne işlere ne kahveye gelmez oldu. bir süre sonra da taşındılar, memlekete gitmişler diye duydum. sonra ne yaptılar hiç bilmiyorum, tekrar ne gördüm ne haber aldım. nasıl yaşadılar, hatta yaşadılar mı hiç bilmiyorum. o çocuklara ne oldu, okudular mı, bizim gibi mi oldular hiç bilmiyorum. ama ben uyuşturucuya elimi sürmedim tekrar onu biliyorum.