aklını başına toplamasını, uyanmasını hiç ummadığım bazı yandaşların bile uyanmaya başladığı gerçeğiyle güçlenen gerçektir.
yandaşlar, tek yapmanız gereken, kendinize yukarıdaki soruları sormak ve yanıt ararken, yapabilirseniz, şuna buna duyduğunuz sempatinin gözünüzü kör etmesine izin vermemektir. ek olarak şunları da düşünebilirsiniz:
ab hikayesinde de aynısı olmadı mı?
"emevi caminde namaz kılma" hayali nasıl sonuçlandı?
paralellerle önce işbirliği, sonra savaş sürecinde de aynısı olmadı mı?
memleketinizin -en hafif ifadeyle- basiretsiz kişiler tarafından yönetilmesini reva görecek misiniz hala? devleti yönetme sorumluluğunu taşıyanların habire aldatıldıklarını söyleyerek sorumluluktan sıyrılma lüksü var mıdır? bir kişinin sürekii "aldatılıyor" olması o kişinin alkışlanmasını gerektirecek bir marifet midir?
kimi sersem, rte'ye yılların yılı "sucukçu muhasebecisi" derken niyetimin hakaret etmek olduğunu sandı. yahu maksat hakaret olsa, kendisini eski mesleğiyle anana kadar, kırk çeşit, üstelik de yasal olarak sorun yaratmayacak hakaret yolu bulabilirdim.
hayır, derdim hakaret etmek değil, yandaşlara söz konusu kişinin ne kumaşının, ne eğitiminin, ne birikiminin, ne de akli melekelerinin "devlet adamı" olmak için yeterli olmadığını anlatmaktı. malum şahıs kendisini "halktan biri" olarak lanse etti... yazık ki, ne yazık ki haklıydı... evet, malum kişi ufak şirketlerin muhasebe departmanlarında veya diğer departmanlarında gördüğünüz sıradan insanlar gibi bir şahıstır. aynen benim gibi ve çoğunuz gibi... aramızdaki fark üstün demogoji yeteneği o kadar... siyasete atılmadan önceki hayatında tek bir kayda değer başarısı olmayan bir kişi işte... ondan 80 milyonun sorumluluğunu taşıyacak yeterlilikte bir basiret beklemenin manası nedir?
gerçek bir vatansever, devletinin başına, kendi ezikliğini, kendi yetersizliklerini taşıdığını gördüğü bir kişiyi, sırf geldiği makamla, yaptığı demogojilerle o yetersizlikleri marifetmiş gibi gösteriyor, kendisini iyi hissetmesini sağlıyor diye layık görmez. madem ki bir kişi 80 milyonun kaderinin sorumluluğunu üstlenmeye soyunmuş, kumaşıyla, geçmişiyle, eğitimiyle, birikimiyle, basiretiyle seçkin bir kişi olmalıdır. "seçkin" derken "asil soydan doğmuş" filan demiyorum... bir mezrada doğmuş da olabilir.. yeter ki saydığım hasletleri taşısın...
kendisini bilen insan, kendi ezikliğiyle, yetersizlikleriyle kendisi başa çıkmaya çalışır, kendi gerçeğiyle meşgul olur, şuna buna haset etmez, kendisine benzer birinin en yüksek makamlara gelmesiyle, kendisinin de adam olduğu yanılgısına kapılmaz. şu veya bu makama, şu veya bu yolla gelmekle, daha da komiği, kendine benzeyen bir kişinin gelmesiyle değil, adam gibi davranmayı becermekle adam olunur.