babam memur olduğu için, çocukluğum memleketimden dolayısıyla dedemden uzakta büyüyerek geçti. dolayısıyla hiçbir zaman dedeme çok da derin bir sevgiyle bağlı olmadım.
ancak insanların genelde dedelerini ne kadar çok sevdiklerini bilirim. dedenin ölmesi başlığına bu kadar çok entry girilmesi de bunun en bariz kanıtıdır herhalde. ancak dediğim gibi benim dedemle çok da fazla vakit geçirmemiş olmam hayatımda büyük bir eksikliğe neden oldu.
mesela geçen gün bir dede ve torunun konuşmasına şahit oldum
cuma namazına gidiyordum. namaza geç kaldığımı düşündüğüm için koştura koştura camiye gittim. camiden içeri girdim sağıma soluma hiç bakmadım. tek düşüncem, ayakkabılarımı adamakıllı bir yere koyup çalınmalarını önlemekti. aynı anda yaşlı bir dedeyle şirin bir çocuk konuşuyordu. çocuk heyecanlı şekilde dedesine, "aaaaa dede şu böcek ne böceği çok
güzelmiş" dedi. dedesi de "ehehe hangi böcekmiş göremedim torunum, göster bakayım" dedi.
ikisinin de sesleri kulağa çok mutlu geliyordu. ufacık bir böcek küçücük bir çocuğu, o mutlu çocuğun mutlu olması da koskoca bir adamı, dedesini mutlu ediyordu. mutluluğun nasıl da bulaşıcı olabileceğini öğreten böcek, adeta bir mutluluk elçisiydi.
derken çocuk "şurda dedeciğim" dediği ve parmağıyla işaret ettiği an, ayağımın altında çatırt diyerekten bir şeyin ezildiğini fark ettim. içimdeki ses "yapma volkan ya yapma yapma!" nidaları atıyordu. ezmiştim küçük çocuğun tüm mutluluğunu. ayağımı kaldırdığımda yeşilli siyahlı bir cisim yere yapışmıştı. hatta bir iki tane yamulmuş bacak çırpınıyordu. o an çok güzel bir dede-torun anını mahvettiğimi fark ettim. anlamıştım artık. ben lanetliydim. hem kendi dedemle olan ilişkimi yürütememiştim hem de başka dede-torunların ilişkilerini zedeliyordum. "dedelerden ve torunlarından uzak dur." dedi içimdeki ses.
çocuk sustu ben sustum dedesi sustu. ezan başladı. hayat devam etti