şahsım adına söylemeliyim ki, kesinlikle kıckboksör olmak isterdim. 90'ların çocukluğu; erkekler için futbol; kızlar için evcilikle doludur genellikle. fakat benim için herşey tamamen boksla alakalıydı. örneğin, ortalama her çocuk ataride "mario" oynardı. bense "boxing 1999" oynardım, ta ki evde yapılan kısırla dolu altın gününe kadar. sonrası sokak tabii. mahalledeki her çocuk top oynar, kızlarda oyuncak bebeklerinin saçlarını tarardı. bense su şişemi yanıma alır, rocky 4'ün efsanevi dövüş müziğini dilimde tıngırdatarak koşu, ağaca tırmanma, farklı mahallelerdeki iri yarı göze kestirilen "ivan drago" tiplemesindeki bebelerle vs atardım. akşamları show tv ara ara rocky serisini yayımlardı ki, babam eğer izlerse dünyalar benim olurdu...
rocky'nin her antrenmanında, her maçında daha çok özenirdim ona. güçlüydü, kaslıydı. iyi bir adamdı. güzel ve sevimli bir sevgilisi, sağlam arkadaşlıkları vardı. Ülkenin en babacan, iyi adamıydı. mücadeleciydi. futboldaki gibi, bir zincirin parçası olmak yerine zincirin ta kendisi olmayı seçmişti. belki de beni bu cezbetmişti. hedeflemiştim bir kere, bende çok çalışacaktım, onun gibi olacaktım. tüm ülkenin parmakla gösterdiği o babacan, güçlü, yenilmez adam olacaktım. çocukluk aşkım, sarı saçlarını hala unutamadığım esranın sevdiği adam olacaktım.
pederinde desteğiyle kıckboks salonuna yazılmıştım. o anki mutluluğumu anlatamam. boks eldivenleri, kum torbası, dambıllar, onlarca amatör dövüşçü... allahım, cennette gibiydim! hayallerimi sanki o an yaşamıştım. geri koştum, babamın ellerinden öpüp sarıldım. O an taparcasına sevmiştim peder beyi. neyse işte, hergün gider oldum. hırslıydım, yenilmeye karşı iğrenç bir nefretim vardı. hatta güç bela konuştuğum hayatımın aşkı esrayı bile göremez olmuştu gözüm. dövüş makinası olmuştum. okuldan çıkınca koşar adım eve gidip, birşeyler atıştırıyor; sonra akşama kadar koşu, ağırlık, ip atlama gibi ısınma hareketleri yapıp; akşamda dövüşüyordum. zaman geldi, hocamında dikkatini çekmiştim. dövüşe çıkacaktım. lisansım çıkmıştı. artık Türkiye Cumhuriyeti resmi dövüşçüsüydüm!
Direk internet kafede aldım soluğu... Akşama kadar nurettin abinin kafasını sikip mp3 e "abi rakinin müziğini at bokunu yiyim abi nolur" diyerek eye of the tiger'ı attırdım. ağlaya ağlaya koşuyordum semtte. rocky artık bendim. içimdeki sevinç öyle noktadaydı ki, etime buduma bakmadan mike tyson'u döveceğime bile inandırabilirdim kendimi. turnuvaya iki gün kalmıştı. sevinçten gözüm hiçbir şeyi görmüyordu. öyle ki, esra artık yanıma gelmesine rağmen ben onu iplemeyerek okulun arka bahçesinde barfiks kasıyordum.
ta ki, kavgaya değin. esraya sulanan bir lavuğu görmüştüm. işte o zaman sinirler tavan yapmış; eye of the tigerı iliklerimde hissetmiştim. koşar adım gittim, elemana ağız burun giriştim. dudağı falan patlamıştı çocuğun, yere yatırmama rağmen güvenlik almıştı elimden. sonrası disiplin işte. peder bey geldi, yeşil gözlerinden şimşekler çakıyor. trakyanın adamısın halbuki, dededen kalma pehlivan kanı var, niye çok görürsün ki be adam? geldi bir hışımla. konuşma faslından sonra evde sıkı bir tokat yedim. "ben seni millete saldır, serserilik yap diye mi oraya yolladım? spor yap, enerjini at diye gönderiyorum, puştun yaptığına bak!" diye azar da yedim. tabii kıckboks maceram son buldu. ağlamalarım, turnuva için evden kaçma çabalarım bir boka yaramadı. Sonrasında Beşiktaş'ta falan denesem de, olmadı. Tutturamadım ipin ucunu. Esra desen, okuldan sessiz sedasız mezun olunca kaybettim kendisini. şuan yaşıyor mu onu dahi bilmiyorum.
ne güzel günlerdi be. şimdiyse üniversitenin bitimine az kaldı, bok çuvalı gibiyim. hey gidi rocky balboa; unutursak kalbimiz kurusun koca yürekli adam...