hanedan büyük sır romanı bölüm 3

entry1 galeri
    1.
  1. HANEDAN BÜYÜK SIR

    BÖLÜM 3

    BiR OPERASYON HiKAYESi
    Ayhan Çelen’in Emniyet Genel Müdürü Fuat Güneş tarafından makama çağırıldığı o günden 3 ay önce, bağlı olduğu Kaçakçılık ve Organize Suçlar Dairesi, istanbul Emniyeti Narkotik Şube Büro Amirliği ile ortaklaşa bir operasyon planlamıştı. Plan başarılı olursa büyük bir uyuşturucu şebekesi çökertilecek ve en büyük eroin baronlarından birisi ele geçirilecekti.

    “MASKE” kod adlı operasyon için tam 9 aydır çok gizli bir çalışma yürütülüyordu. Operasyondan, 22 kişilik özel operasyon ekibi, Emniyet Genel Müdürü, istanbul il Emniyet Müdürü ve içişleri Bakanı haricinde kimsenin haberi yoktu. Çökertilecek çetenin içerisinde bazı milletvekillerinin olduğu istihbaratı alınmıştı ve bu nedenle içişleri Bakanı da operasyona özel önem veriyordu.

    Operasyondaki olası bir sızmanın önlenmesi için bazı bilgiler operasyon ekibinden bile saklanmıştı. Bu bilgileri yalnızca içişleri Bakanı, Emniyet Genel Müdürü, Kaçakçılık ve Organize Suçlar Dairesi Başkanı , istanbul Emniyet Müdürü ve istanbul Emniyet Müdürlüğü Narkotik Büro Amiri biliyordu. Öyle ki yapılacak operasyonun hangi uyuşturucu baronuna yapılacağı dahi emniyette adamı olabileceği kaygısı ile operasyon ekibine açıklanmamıştı. Operasyon ünlü uyuşturucu baronu Ali Çetin’e karşı yapılacaktı. Ama yapılan değerlendirme toplantılarında ondan MASKE 1 kod adı ile söz ediliyordu.

    Aslında operasyon, Ali Çetin’in yakalanmasından ziyade O’na emir veren üst düzey siyasiler ve iş adamlarından oluşan bir dizi önemli ismin Ali Çetin üzerinden gidilerek ortaya çıkarılması açısından önemliydi.

    Operasyon ekibinden saklanan gizli bilgilerden birisi de operasyonun en başından beri uyuşturucu baronunun yanına istanbul Emniyeti Narkotik Büro Amirliği’nin göz bebeği, Komiser Şahin Çakır’ın sızdırıldığı, Şahin’in bu 9 ayda uyuşturucu baronu Ali Çetin’in güvenini kazanarak yanından ayırmadığı bir adamı haline geldiği ve Şahin Çakır’ın operasyonun kilit adamı olduğuydu.
    Komiser Şahin Çakır, istanbul Emniyeti’nin en gözde Komiserlerinden birisiydi ve kendisine geleceğin Narkotik Büro Amiri gözü ile bakılıyordu.

    9 aylık hazırlık sürecinde dinlemeler ve planlamalar hep Şahin Çakır’ın aktardığı bilgilere göre yapılmıştı.
    Operasyonun hangi gün hangi saatte yapılacağı bile operasyon ekibinden saklanmıştı. Operasyon günü ekipte bulunan herkes, normal mesaisini bitirip Emniyetten ayrıldıktan 1 saat sonra teker teker aranarak istanbul Emniyeti’ne çağırılmış kendilerine “acil bir toplantı” yapılacağı söylenmişti.

    Ekibin bilgisi dahilinde olan kısım son geceye kadar sadece operasyonun nerede yapılacağıydı. Operasyonun günü ve saati bile operasyondan hemen önce yapılacak son toplantıda açıklanacaktı ekibe.
    Yapılacak son toplantıda hem ekibe operasyon planı açıklanacak, hem ekipteki görev bölümü yapılacak, hem de şimdiye kadar haberdar olmadıkları, mafyaya sızdırılan meslektaşlarından Ankara ekibi haberdar edilecek, resmi gösterilerek Şahin Çakır’ın tanınması sağlanacaktı.

    Aslında plan basitti, ancak silahlı çatışma kaçınılmazdı…

    Eroin sevkiyatı ve para değiş-tokuşu istanbul Gaziosmanpaşa’da terk edilmiş bir fabrika binasında yapılacaktı. Buluşma iki taraf için de önemliydi. Çünkü eroini alan taraf eroinin Türkiye’ye giriş güzergâhını son zamanlarda uzak bulmaya başlamıştı, yeni ve malı daha kısa sürede temin edebilecekleri bir güzergah belirlenmesini istiyordu. Eroini temin eden taraf ise alternatif bir güzergah belirlemişti. Ancak bu güzergah daha yakın olmasına karşın daha riskliydi ve bu da maliyetin artması demekti.
    Bu nedenle her zaman aracılar ile yapılan sevkiyatta bu sefer işin başındaki zehir tacirleri, uyuşturucu baronları bulunacaklar, yeni güzergâhın ve yeni tarifenin pazarlığını yapacaklardı.

    Buluşmadan bir gün önce Komiser Şahin Çakır bir bahane ile uyuşturucu baronu Ali Çetin’in yanından ayrılarak, sevkiyatın gerçekleşeceği terk edilmiş fabrika binasına gidecek, fabrika binasının yakınına düzeneği cep telefonuna bağlanmış bir ses bombası yerleştirecekti. Şahin Çakır fabrikanın içine de 3 küçük mikro kamera yerleştirerek pazarlığın ve sevkiyatın kaydedilmesini sağlayacaktı.

    Baronların pazarlığa başladıkları an, kendilerini en güvende hissettikleri doğal olarak da en tedbirsiz oldukları an olacaktı. Ayrıca bir yandan da malların sevkiyatı ve para değiş tokuşu baronların adamlarınca yapılacaktı. işte onlar bu rahatlık içerisinde pazarlık yaparken Komiser Şahin Çakır fark ettirmeden telefonun tuşuna basarak ses bombasını patlatacak, çıkan kargaşada çevreyi sarmış olan ekipler büyük bir ihtimalle çatışarak içeriye gireceklerdi.

    Ekipler içeri girene kadar Komiser Şahin Çakır, uyuşturucu baronu Ali Çetin’e bir şey yapmayacak, hatta sesin geldiği yöne rast gele bir-iki el ateş edecekti, yani son ana kadar sadık adam rolünü oynayacaktı. Ekibin içeri girmesi ile birlikte ise silahını yanında olacağı Ali Çetin’in kafasına dayayacak ve operasyon tamamlanacaktı.

    Operasyon ekibi tek tek geldikleri istanbul Emniyeti’nin yeni binasında kendilerine 4. kattaki toplantı odasına gitmeleri söylendiğinde bir şeyler olacağını anlamışlardı…

    içeriye az sonra planı anlatacak olan Kaçakçılık ve Organize Suçlar Daire Başkanı Salim Kibar ve istanbul Emniyet Müdürlüğü Narkotik Büro Amiri Şeref Tekin girdi.

    Emniyet Genel Müdürü Fuat Güneş ve istanbul il Emniyet Müdürü Hasan Kurban bir üst katta, Hasan Kurban’ın makamında operasyonu takip edecekler, operasyon ekibine sağlanacak mikro-mobil verici sayesinde operasyon görüntülerini gerçek zamanlı olarak an ben an izleyeceklerdi.

    içişleri Bakanı Salih Bozkurt da Ankara’daki makamına kurulacak sistemle, Fuat Güneş ve Hasan Kurban’a görüntülü ve eşzamanlı olarak katılarak, makamından operasyonu dakikası dakikasına takip edecekti.

    Kaçakçılık ve Organize Suçlar Daire Başkanı Salim Kibar, solana şöyle bir göz attı ve tedirgin biçimde “Ayhan nerede ?” diye sordu.
    Toplantı salonuna bir sessizlik hakim oldu. Herkes bunun fırtına öncesi sessizlik olduğunu fark etmişti.

    Uzun boylu, saçları bembeyaz, siyah gözlü polis şefi bağırarak sorusunu tekrarladı. Yüzü öfkeden kızarmıştı. Aslında alacağı cevabı tahmin ediyordu ama bu kez bu cevabı almamayı umarak bağırdı:
    -“Ayhan nerede ? dedim size !”
    Kaçakçılık ve Organize Suçlar Şubesi Başkomiserlerinden Gürhan Dağlı ayağa kalktı ve utana sıkıla:
    -“Kendisinden yaklaşık 2 saattir haber alamıyoruz efendim, cep telefonu da telsizi de kapalı” diyebildi.
    Salim Kibar öfkeden deliye dönmüştü, masayı tekmeliyor, boştaki sandalyeleri deviriyordu.
    -“Ne yapmaya çalışıyor bu adam. Her operasyon öncesi bir Ayhan sıkıntısı… Bu operasyonun önemini bilmiyor mu bu herif. Nasıl kendi kafasına göre hareket eder, nasıl bunca emeği riske atar, bu adamı operasyon yapılmadan önce kafese mi koymamız lazım. Allah belasını versin!”
    Sonra kısa bir süre durdu, kendince alaycı bir gülümsemenin ardından kafasını sallayarak konuşmaya devam etti:
    -“Bendeki de lafa bak. Adam tabii kafasına göre hareket eder. Hakkında açılan soruşturmalarda bırak ceza almayı, kınama bile verilmezse bu başına buyruk herife, olacağı budur. Ama ben bu operasyondan sonra yapacağımı bilirim. Hele şu operasyonu yüzümüzün akıyla bir atlatalım…”

    Sinirden elleri titriyordu Salim Kibar’ın. Bir sigara yaktı ve operasyon ekibine planı anlatmaya başladı. içinden bir yandan Ayhan Çelen’e en galiz küfürleri ediyor, bir yandan da Allah’a Ayhan’ın yanlış bir şeyler yaparak operasyonu berbat etmemesi için yalvarıyordu...

    Salim Kibar, içinden Ayhan Çelen’e küfürler savurduğu sırada, Ayhan Çelen çoktan Gaziosmanpaşa’daki fabrikaya doğru yola çıkmıştı bile.

    Bundan bir hafta kadar önce yapılan kısa değerlendirme toplantılarından birisinde MASKE 1’in 3 yıl önce Ankara’da bir cinayet olayına karıştığına da bir cümle ile kısaca değinilmişti.

    Sonraki günlerde kendi planını kurmak için düşüncelerine yoğunlaştığında bu toplantıda MASKE 1’in Ankara’da bir cinayete de karıştığını belirten o cümle kafasında bir şimşek gibi çakmıştı.

    Her zamanki gibi bu operasyonu da kendisine terfi vermeyen amirlerinden bir intikam alma aracı olarak gören Ayhan Çelen için belki arkadaşlarının dikkatini bile çekmeyen bu kısacık bilgi kırıntısı yeterli ipucuydu. Önce Ankara Emniyeti Cinayet Masası’nda 7 yıl birlikte çalıştığı en yakın arkadaşı Komiser Cihan ile irtibata geçti.

    Komiser Cihan cep telefonunda KANKA yazısını görüp de telefonu açar açmaz “Oğlum Ayhan hiç uslanmayacak mısın sen ya ? Geçen gün yine rahat durmamışsın ?” dedi.

    Ayhan Çelen’in ise acelesi vardı. “Cihan senden bir yardım istiyorum” dedi. Komiser Cihan bezgin bir ses tonu ile “Söyle bakalım yine neyin peşindesin ?” diye cevapladı çok iyi tanıdığı arkadaşını.

    Ayhan telefondaki arkadaşına 3 yıl önce uyuşturucu çetelerinin Ankara’da bir hesaplaşması olup olmadığını, ya da işlenen her hangi bir cinayette uyuşturucu çetelerine mensup adamların adlarının geçip geçmediğini kendisi için öğrenip öğrenemeyeceğini sordu. Komiser Cihan “Ben seni 10 dakikaya kadar ararım” diyerek telefonu kapattı.

    Konuşmalarının ardından daha 5 dakika geçmemişti ki Ayhan Çelen’in cep telefonu çaldı. Komiser Cihan anlatmaya başladı “Ünlü uyuşturucu baronu Ali Çetin’in adamları 3 yıl önce, Ankara Küçükesat semtinde kumar oynatılan bir lokali basmış, Ankara yer altı dünyasında yeni yeni palazlanmaya başlayan Güven Şenol isimli mafya babasını kurşun yağmuruna tutmuş, adam oracıkta ölmüş. Ali Çetin’in adamları kısa bir çatışmanın ardından yara almadan olay yerinden çıkmayı ve izlerini kaybettirmeyi başarmışlar.

    Daha sonra Ali Çetin’in baskını gerçekleştiren 4 adamı 5 ay sonra Antalya’da ele geçirilmiş, olayın kumar borcu nedeni ile çıktığını söylemişler, Ali Çetin ile ilgili tek kelime etmemişler. Bizimkiler ise çatışmanın Güven Şenol isimli mafya babasının Ali Çetin’e ait bölgelerde eroin satışı işine girmesinden dolayı çıktığından neredeyse emin. Neyse, lokal baskınında ölen Güven Şenol’un oğlu ismail Şenol da, her halde yer altı dünyasının raconuna uygun olarak intikamını kendi almak istediğinden Ali Çetin’in adamlarının bu ifadelerini doğrulayınca olayın ardında Ali Çetin’in olduğundan emin olmalarına rağmen bizimkilerin elinden de bir şey gelmemiş. Ayrıca Ali Çetin kredi kartı ekstresi ile o gece Bodrum’da olduğunu da kanıtlamış.. Ama sonra Ali Çetin’in 4 adamı…”

    Aldığı yanıt O’na gereken bilgiyi vermişti… .Ayhan Çelen, acele ile “Teşekkürler Cihan çok yardımcı oldun” dedi ve Komiser Cihan’ın lafını tamamlamasına izin vermeden telefonu kapattı…

    Kendi kendine “Klasik son… Daha sonra 4 adam içeriye atılmış, içeride de öldürülmüş…” dedi. Gülüyordu, “büyük balığın” kim olduğu ortaya çıkmıştı…. “Balık avı sezonu açıldı” diye geçirdi içerisinden…

    Operasyonun Ali Çetin’e yapılacağını anlayan Ayhan Çelen kendi planını yapmaya başlamıştı. Gerçi elindeki bilgi yetersizdi ama bu O’nun bir plan yapmasına engel olamazdı.

    Operasyonun Gaziosmanpaşa’da terk edilmiş bir fabrikada yapılacağı söylenmişti ekibe. Fabrikanın nerede olduğunu da biliyordu. Uyuşturucu sevkiyatı gündüz olamazdı. Çünkü gece farlarını söndüren tırların girerken fark edilmeyecekleri fabrika, gündüz giren araçların dikkati çekebileceği bir konumdaydı.

    Bu yüzden sevkiyat gece yapılacak olmalıydı. Ama hangi gün, saat kaçta ? Bu soru kafasını birkaç gün kurcalamıştı Ayhan Çelen’in. Ama sorunun cevabını televizyonda spor haberlerini seyrederken bulmuştu.

    O hafta Çarşamba günü saat 21.30’da Türkiye ile Yunanistan A Milli Futbol takımlarının inönü Stadı’nda maçı vardı. Maç Dünya Kupası’na katılabilmek için 2 takımın da son şansıydı ve iki takıma da mutlak galibiyet gerekiyordu. Ama asıl önemli olan Yunanistan’da oynanan bir önceki karşılaşmada çıkan olaylar nedeni ile üç Türk’ün ölmesinden dolayı ortamın daha da gergin oluşuydu. Çünkü bazı radikal milliyetçi grupların maç öncesinde, esnasında yahut sonrasında Yunanlılara karşı bir takım eylemlerde bulunabileceği istihbaratı alınmıştı.

    Yunanistan Futbol Federasyonu da FIFA’ya başvurarak kendilerinin ve maça gelecek 2000 civarındaki Yunanlı izleyicinin stattaki can güvenliğinin korunması için ek polisiye önlemler istemişti. Bu isteği değerlendiren FIFA talebi haklı bulmuş, Türkiye Futbol Federasyonu’na bu yönde bir talimat göndermişti.

    Bu nedenle maç günü istanbul Emniyet Müdürlüğü’ne bağlı 5000 polisin statta görev yapması ve inönü Stadı çevresinde de geniş güvenlik önlemleri alınması kararlaştırılmıştı. Yani istanbul Emniyeti o gün maç sebebi ile özellikle Avrupa yakasında alarmda olacaktı. Bu maçta talihsiz bir olay yaşanmaması Türkiye adına son derece önemliydi.

    Bu da şu anlama geliyordu: Ali Çetin sevkiyat için bütün polis teşkilatının gözü Avrupa yakasındaki maçta olacağından, tam maç saatinde sevkiyatı yapacaktı. Böylece polisler tüm dikkatlerini maçta bir olay çıkmaması için Avrupa yakasındaki inönü Stadı ve çevresine yoğunlaştırdıklarından, kendisi Asya yakasındaki Gaziosmanpaşa’da bulunan fabrikada rahatlıkla sevkiyatı gerçekleştirebilecekti. Haliyle polis de operasyonu maç saatinde düzenleyeceklerdi.

    “Zekice” diye aklından geçirmişti Ayhan Çelen ve hınzır bir gülümseme ile kendi kendisine “Ama bende az değilim hani…” demişti.
    Sevkiyat gününün ve saatinin ne zaman olduğu sorusuna da kafasında yanıt bulan Ayhan Çelen planının detaylarını hazırlamaya başladı. Değerlendirme toplantılarının birkaçında fabrikanın içeriden ve dışarıdan çeşitli açılardan çekilmiş fotoğraflarını uzun uzun, detaylıca incelemişler ve bu fotoğraflar üzerinden beyin fırtınası yapmışlardı.

    2 katlı bu virane fabrikanın alt katında bulunan ve fabrikayı enlemesine 10 eşit bölgeye ayıran duvarlar yıkılmış, pek çok aracın aynı anda bir arada durabileceği geniş bir otopark alanı yaratılmıştı. Belli ki burası daha önce de çeşitli kereler sevkiyat için kullanılmıştı.
    Fabrikanın ana girişinden başka bir de arka tarafta bulunan ve 2. Kattaki pencerelere giden 5 ayrı yangın merdiveni vardı. Pencereler bir insanın rahatlıkla içerisinden geçebileceği ebattaydılar.

    Bu merdivenlerden 2. Kata girildiği takdirde alt kat rahatlıkla izlenilebilir oluyordu. Atış için de uygundu.

    Fabrikanın fotoğraflarını incelerken bir şey daha dikkatini çekmişti. Araçların park etmesi için oldukça müsait olan geniş alan, fabrikanın giriş yönüne göre batıda kalan bir duvar setiyle bölünüyordu. Bu duvar seti fabrikanın en arka tarafında bulunan duvarın yaklaşık 5 metre ilerisinde başlıyor, ana giriş kapısı yönünde enlemesine uzanıyor, karşı duvara varmadan iki kişinin aynı anda geçebileceği bir kapı boşluğu meydana getirinceye dek uzuyordu. Böylece duvar seti, fabrika duvarları ile birlikte arkasında kalan bölgeyi bir bölme haline sokuyordu. Setin yüksekliği yaklaşık iki metre civarındaydı, üzeri ise açıktı.

    “Ali Çetin ve ağır misafirleri para alışverişini küçük Çin Seddi’nin arkasındaki bu bölmede yapacaklardır” diye geçirdi içerisinden Ayhan… “Haliyle pazarlığı fabrikanın ortasında, araçların başında ve herkesin yanında yapmak istemeyeceklerdir. Burası da uygun bir mekanı onlar için sağlamış görünüyor. O bölmede de yanlarında olsa olsa en güvendikleri birer adamları olur. Yani toplasan o bölme gibi olan kısımda 4 kişi olurlar. Eh, bana uyar”

    Ayhan fotoğrafları daha detaylıca hatırlamaya çalışınca çok önemli bir ayrıntıyı hatırladı. Fabrikanın üst katında sağdan 4. Pencere bu bölme benzeri alanı çapraz ama iyi bir biçimde görüyordu. Yani içeridekilere sezdirmeden dördüncü pencereden içeri sızabilirse onları tepelerinden manzara izler gibi izleyebilecekti.

    Üst katta üzerinde ayakta durulduğunda alt katın açık seçik görüldüğü, yaklaşık 2 metre genişliğinde,35-40 metre uzunluğunda kalın sacdan yapılmış bir platform vardı. Farika çalışır durumdayken büyük ihtimalle patronlar veya müdürler buradan aşağıya bakarak işçileri denetim altında tutuyorlardı.

    Bu platformun hem sağ hem sol tarafından aşağıya iki taraftan da inen merdivenler vardı. Bu merdivenlerden bölme tarafındakinden aşağıya inildiğinde bölmeye ulaşabilmek için az bir mesafe kalıyordu. Ayhan sessizce pencereden içeriye girebilirse işte bu platformun üzerinde olacaktı.

    Üst katta para alış-verişi yapılana dek bekleyecekti.
    Ayhan sağ taraftan aşağıya inen merdivenlerden alt kata inmeyi planlıyordu. Zaten merdivenlerden alta indiğinde hedefi olan set bölmeye çok az bir mesafe kalmış olacaktı.

    Sessizce bölmeyi oluşturan duvara yanaşacak, daha sonra solunda kalan ve sevkiyatın devam ettiği bölgeye çantasında getirdiği 3-4 sis bombası atacaktı.

    Böylece hedef olma riskini de en aza indirecekti. En kritik nokta duvara kadar sessizce ve fark edilmeden ilerleyebilmesiydi. “E artık fark edilirsek de bir iki kişi fazla vuracağız. Su testisi, su yolunda kırılır” dedi. Kendisini çok ciddi bir riske atıyordu ama O hala bununla alay ediyordu.

    Son olarak bölmeden içeri girecek, Ali Çetin’in “misafirlerini” yaralayacak, daha sonra silahı Ali Çetin’e doğrultacaktı. Ali Çetin’in adamı da patronunu namlunun ucundayken ateş edemeyecek, böylece Ali Çetin ağına düşmüş olacaktı.
    Ali Çetin’in adamından silahını alacak ve Ali Çetin ile adamını kelepçeleyecekti
    .
    Ali Çetin O’nun sigortası olacaktı ayrıca. Hani tahmini yanlış çıkarda operasyon saatini bilememiş olursa, içeri girecek başka polis olmayacağından, sis bombasının etkisi geçtiğinde kendisine saldırmaya hazır olan çetenin sevkiyatla ilgilenen diğer elemanlarından Ali Çetin’in kafasına silah dayayarak kurtulacaktı.

    Ali Çetin adamlarına silahlarını bırakmaların söyleyecek, O’da Ali Çetin ve adamı ile oradaki araçların birisi ile fabrikadan uzaklaşacaktı. Orada araçtan bol bir şey de olmayacaktı nasıl olsa.

    Kendi operasyon planını hazırlamıştı. Operasyonuna ise saat 21.15’te başlamaya karar verdi. 15 dakika, her şey yolunda giderse kendisinin Ali Çetin’e kelepçeleri takması için yeterliydi. Tahminlerinde yanılmıyorsa, saat 21.30’da ise ekip arkadaşları operasyona başlayacaklardı.

    “Ve içeri girdiklerinde ben sigaramı yakmış, yine dalgamı geçiyor olacağım” dedi.
    Böyle kafasına göre o kadar operasyon yapmıştı ki artık bunları çocuk oyuncağı olarak görüyordu. Kendi başına girdiği her operasyonu başarı ile bitirmesi kendisine çok fazla güvenmesini sağlıyor, hakkında açılan soruşturmalardan bir sonuç çıkmaması ise O’nu kabul etmek istemese de şımartıyordu.

    işte operasyon günü toplantıdan yaklaşık iki saat önce arkadaşlarına “Sandviç almaya çıkıyorum” diyerek ekibin yanından ayrılırken kafasında hazırladığı planı uygulamak üzere kendisine olan yüksek özgüveni ile birlikte, borçlanarak aldığı ve hayatında silahından sonra en çok değer verdiği şey olan siyah Fiat Alfa Romeo’suna atlayarak Gaziosmanpaşa’ya doğru yola çıkmıştı.
    Her zaman çok hızlı araba kullanmasına rağmen bu kez arabayı normal bir süratle kullanıyor, kafasına kazıdığı fabrikanın fotoğrafları üzerinde, aklında planını son bir kez daha gözden geçiriyordu. Yeşil küçük sırt çantası yan koltuktaydı. içerisinde 5 şarjör, susturucu, küçük bir dürbün ve 4 sis bombası vardı.

    Daha önce kendi başına kalkıştığı hiçbir operasyonda sis bombası kullanmamıştı. Emniyet envanterine kayıtlı dört sis bombasını dışarıya çıkartması da mümkün değildi. Ama Ayhan bunun da bir yolunu bulmuştu.

    Kaçakçılık ve Organize Suçlar Dairesi’nde çalışmanın verdiği avantajla muhbir ve bağlantı elemanı olarak kullandığı Jilet Kemal lakaplı sicili kabarık bir suçlu ile temas kurmuştu. Jilet Kemal silah kaçakçıları ile içli dışlıydı. Ayhan kendine has “ikna” yöntemlerini kullanarak 4 sis bombası istediğinde, 1 gün içerisinde bombalar eline geçmişti bile.

    Silah kaçakçılarından sis bombası alarak, bu sis bombalarını operasyonda kullanması bile aslında başlı başına bir skandal yaratabilirdi. Ama O bunu da düşünmüştü. Daha sis bombalarını teslim alırken bu sorunu düşündüğü için bombalar ile hiç temas etmemiş, onlara elini sürmemişti.Teslimat sırasında eldiven kullanmıştı. Onları kullanırken de eldiven takacak ve böylece parmak izi bırakmayacaktı. Operasyon sonrasında bombalar dikkat çekecek ve hakkında kendisine bir şey sorulacak olursa da sis bombalarının kaçmaya çalışan eroin çetesi elemanlarına ait olduğunu, çete elemanlarının polisten kaçarken görüş mesafesini kapatmak için bu sis bombalarından yararlandıklarını söyleyecekti.

    Ayhan Çelen kafasında planını son kez gözden geçirdikten sonra, siyah Alfa Romeo’nun gaz pedalına yüklendi. Araba adeta kanatlanmıştı, hızlı araba kullanmak ise Ayhan’da ayrı bir heyecan yaratıyordu. Usta elleri ile kavradığı direksiyon ile Alfa’ya hükmediyor, karışık istanbul trafiği içerisinde adeta bir yılan gibi kıvrılarak ilerliyordu.

    Saat 20.30 civarında fabrikaya doğru giden sapağa kırdı direksiyonu. Artık hedefe yaklaşmıştı. Az sonra seyrek ağaçlıkların kestiği açıklık bir alanın kenarında arabasının motorunu durdurdu. Buradan fabrikanın ışıkları belli belirsiz fark ediliyordu.
    “Arkadaşlarımız gelmeye başlamışlar” dedi kendi kendine. Swatch saatine göz attığında saatin 20.35’i gösterdiğini gördü. Kendi tahminine göre sevkiyatın yapılmasın henüz 1 saat daha vardı. Şu anda fabrikaya kim gelmiş olabilirdi ki ? içine belki de ilk kez “Acaba ?” kelimesinin yarattığı kuşku düştü. Ama Ayhan kısa süre sonra kendisini toparladı.
    Fabrikaya giden bundan sonraki yolu yürüyerek aşacaktı. Araba ile yaklaşmak riskli olabilirdi. Saatine bir kez daha baktı. Swatch bu kez 20.40’ı gösteriyordu. Hızlı adımlarla fabrikaya doğru yöneldi. Tam 20 dakika sonra saatler 21.00’i gösterirken fabrikanın arka tarafına ulaşmıştı.

    “Bütün önlemler fabrikanın ana girişinde alınmış olmalı” diye düşündü. Çünkü arka tarafta kimse yoktu. Ya da bu tarafa doğru devriye atan çete elemanları arka tarafa henüz gelmemiş yahut yeni gitmişlerdi. “Her neyse önemli olan kimsenin olmaması. Biz işimize bakalım” diye söylenerek yangın merdivenlerine doğru yöneldi hızla.

    Hemen sağdan 4. Pencereye çıkan yangın merdivenine tırmanmaya başladı. Yavaş yavaş ses çıkarmamaya gayret ederek merdivenleri çıktı. Pencerenin önüne geldiğinde fısıltı şeklinde “Bingo!” dedi. Kendisi pencerede cam olacağını hesaplayarak yanında cam elması getirmişti. Camı kesecek ve içeri girecekti. Bu da hem ses yapma riskini doğuruyordu hem de kendisine en az 5 dakikaya mal olacaktı. Oysa kafasındaki planı uygulamak için 15 dakikası vardı. O nedenle her dakika Ayhan için önemliydi.
    Ama şimdi karşısında camları kırılmış, keskin uçlu bazı parçalar hala yerinde kalmış olsa da rahatlıkla içeri süzülebileceği bir pencere duruyordu. Ayhan atletik ve ince vücudunu yavaş hareketlerle içeri soktu.

    Artık fabrikanın içinde 2. Kattaydı. Tıpkı tahmin ettiği gibi üstten bakılınca alt kat tüm açıklığı ile görünüyordu. Ancak fabrikanın tüm ışıkları yakılmamıştı. Bu kendisinin bulunduğu ikinci katta karanlık bir ortam olmasını ve daha kolay kamufle olmasını sağlarken, alt katta bazı noktaları ise net görememesi dezavantajını ortaya çıkarmıştı. Ama kendisi için önemli olan set tarafını rahatlıkla seçebiliyordu. Hemen tam siper vaziyetinde yere uzandı. Küçük yeşil sırt çantasını çenesinin altına yerleştirdi, dirseklerini çantaya dayadı ve çantadan çıkarttığı siyah küçük dürbünü ile aşağıyı izlemeye koyuldu.

    “Kahretsin” dedi “Bu adamlar nerden çıktı ?” O’nun tahminlerine göre 21.30’da gerçekleşmesi gereken sevkiyatta kullanılacak hemen hemen tüm araçlar fabrikanın içerisine giriş yapmıştı.
    Ama tuhaf olan bir şey vardı. Araçlar fabrikaya gelmişti ama ortada tek bir kişi bile gözükmüyordu. Dürbün ile fabrikadaki setin oluşturduğu bölmeye doğru baktığında, setin yakınında Ali Çetin ile yanında tek bir adamını gördü.
    Ali Çetin’in adamı 30-35 yaşlarında, 1.90-1.95 cm boylarında, vücut çalıştığı her halinden belli, esmer düz saçlı, keskin yüz hatlarına sahip birisiydi.

    Üzerinde siyah, işleme arması olan çok şık bir blazer ceket, beyaz hakim yaka bir gömlek, parlak son derece kaliteli bir kumaşı olduğu her halinden belli gri bir pantolon ve siyah rugan ayakkabılar vardı.
    Ali Çetin’in hemen hemen bütün yakın adamlarını tanıyordu ama bu adamı daha önce hiç görmemişti. “Yeni gözde bu demek ki” diye geçirdi içinden Ayhan.

    “Herifçioğlu mal sevkiyatına değil defileye gelmiş sanki” diye söylendi Ayhan fısıltıyla. “Allah bilir elleri de manikürlüdür şimdi bunun”. Sonra gözü şık blazer ceketin kenarındaki parıltıya takıldı. Adamın belinin sağından silahının kabzası görünüyordu. Silahın kabzası ceketin dışarısına dönüktü. “ilginç” diye düşündü Ayhan. “Arkadaş sol eli ile silah kullanıyor”. Sol elle silah kullananları tanırdı. Hemen hepsi keskin nişancı olurlardı. Şimdi biraz daha dikkatli olması gerekiyordu anlaşılan.

    Ali Çetin ile adamı hararetli biçimde konuşuyorlar, Ali Çetin ara ara telefon görüşmeleri yapıyordu. “Son hazırlıkların talimatlarını veriyor olmalı” diye düşündü Ayhan.

    Ali Çetin kendisinin katılacağı önemli ikili buluşmalara her zaman 1 saat önceden gider, her hangi bir pusu karşısında tedbirini alırdı. Tabii Ayhan bunu bilmediği için hesaba katmamıştı. O gün de öyle olmuş, Ali Çetin sevkiyattan 1 saat önce malların olduğu arabalar ve adamları ile fabrikaya gelmiş, tertibatını almıştı.

    Saat ilerliyordu. 21.10’da henüz Ali Çetin’in buluşacağı kişi fabrikaya girmemişti. Ayhan “Ulan gelsenize, bu herif pazarlığı kendi kendisine mi yapacak “ diye söylenirken, fabrikanın önündeki ana kapı açıldı.

    içeriye orta boylu, tıknaz, kafasını kazıtmış pis sırıtışlı bir adam ile onun arkasından gelen insan azmanı koruması girdi.
    Ali Çetin’in misafiri nihayet gelmişti. Güneydoğu aksanı ile konuşan adam Ali Çetin’e yaklaşırken “Ayıp etmişsen Ali Aga. Biz sana bundan önce ters bir hareket mi yaptık ki, bugün erken gelip tertibat almışsan ?”dedi ve ekledi “Bir de adamlarına terbiye ver de bir daha büyüklerinin üstünü aramaya kalkmasınlar”

    Ayhan az önce kapı tarafından gelen seslerin nedenini şimdi anlamıştı. Anlaşılan kapıda Ali Çetin’in adamları, gelen misafiri aramak isteyince misafirin adamları ile kısa süre bir gerginlik yaşanmıştı.

    Ali Çetin yüzünde hiçbir ifadeye yer vermeden “Tertibat benim prensibimdir Zahit Ağa. Görüşmeye kendim gidiyorsam bu tertibat alınır. Sana özel değil, yanlış anlama, yılların alışkanlığı. Ha, terbiyeye gelince adamlarıma gereken terbiyeyi de veririm, yeri geldiğinde en ağır cezayı da. Bir şey yapmışlarsa benim talimatımdır. Sakın ola bana terbiye öğretmeye kalkmayasın” dedi.

    Böylece misafirini aratma talimatı verdiğini açığa vuruyor ve raconunu kesiyordu. Psikolojik olarak Ali Çetin 1-0 öne geçmişti. Zahit Ağa denilen adam karşılık vermedi. Sadece sinirlice başını iki yana sallamakla yetindi. Belli ki en azından şu anda Ali Çetin’e eli mahkumdu.

    Gece gerilimli başlamıştı.

    “Neyse” dedi Ali Çetin “Biz işimize bakalım.” Ve arkasını dönerek adamının yanından geçti, hızlı adımlarla setin oluşturduğu bölmeye doğru ilerlemeye başladı. Arkasından da Zahit Ağa dediği misafiri ve koruması sete doğru yürümeye başladılar. Az sonra hepsi içeri girmiş olacaklar ve Ayhan da planladığı gibi operasyonuna tam saat 21.15’te başlayacaktı.

    “Evet başlıyoruz” dedi Ayhan saatine göz attıktan sonra. Saati tam 21.13’ü gösteriyordu. “iki dakika kıyak geçtiler bana” dedi içinden. Daha sonra çenesinin altına yerleştirdiği küçük yeşil sırt çantasını açarak eldivenlerini almak için, başını yukarı doğru kaldırıp çantayı kendisine doğru çekti. Ama çanta gelmiyordu. Çantanın sol tarafı sol kolunun altına sıkışmıştı. Ayhan bunu fark etmeden çantaya fazla asılmıştı. Sol kolu bir an için kaydı ve çanta kurtuldu. işte o anda fark etmeden fazlaca asılmış olduğu çanta Ayhan’ın sağ elinde hızla savruldu ve hemen yan tarafta Ayhan’ın karanlıkta fark edemediği büyük sert plastikten yapılma çöp bidonlarından birisini büyük bir gürültü ile aşağı devirdi.

    Gürültü sessiz fabrikanın içerisinde yankılanırken, Ali Çetin’in en yakın adamı olarak içeriye sızdırılmış olan Şahin Çakır “Lanet olsun. Zamanından önce girdiler içeriye” diye düşündü, yapacak bir şey yoktu. Birkaç saniyelik tereddütten sonra telefonunun düğmesine bastı. Şahin Çakır’ın düğmeye basması ile birlikte, telefona bağlı ses bombası patlamış, Şahin Çakır aynı anda plan gereği sesin geldiği yöne doğru,1-2 el ateş etmiş ve kendisini siper ediyormuş gibi Ali Çetin’e yaklaşmıştı.

    Ali Çetin “Ne oluyor burada !” diye bağırdı. Ve Şahin Çakır’a “Ateş etsene lan!” diye talimat verdi. Polis ekiplerinin niçin hala içeri girmediğini anlamamış olan Şahin Çakır çaresiz, sesin geldiği yöne bir el daha ateş etmek için silahını doğrulttu.

    Tüm bu olan bitenler yaklaşık bir-iki dakika içerisinde olmuştu ve aşağısı karışmıştı. Şahin Çakır’ın yeni bir atış yapmak için hazırlandığını gören Ayhan çoktan eline aldığı tabancasını ateşledi. Şahin Çakır kanlar içerisinde yerde kalmıştı.
    Öte yandan fabrikanın giriş kapısı önünde bulunan diğer çete elemanları da içeriye dalmışlar, bir yandan ne olduğunu anlamaya çalışıyorlar, bir yandan da Zahit Ağa’nın adamının ateş ettiği yöne, yani Ayhan’a doğru ateş ediyorlardı.

    Ayhan ilk ateş ettiği yerden sola doğru yuvarlanmış, moloz yığınlarının ardında sol kolunun üzerinde cenin halini almıştı. Ancak kafasını tam olarak dışarıya uzatamıyordu. Hemen fabrikaya girmeden önce çantasından çıkararak montunun iki cebine yerleştirdiği sis bombalarını buldu ve aşağıya doğru fırlattı. Ortalık gri bir sis bulutuna bürünmüştü. Ateş sesleri kesilmişti.
    Ayhan o an sol bacağında bir sızı hissetti. Gelen kurşunlardan birisi bacağını sıyırmış olmalıydı. Ama yine de oldukça kan vardı. Hareket edecek durumda değildi. Merdivenden yukarıya doğru sis bulutunu yararak ilerlemeye çalışan bir adam gördü. Gördüğü anda silahını ateşledi. Adam yaralanmıştı.

    Bu arada fabrikayı çevrelemekte olan polis ekipleri de silah seslerini duyarak hızlanmış ve ekip arabaları sirenlerini çalarak fabrikaya doğru ilerlemeye başlamıştı. Ekip otolarından “Polis. Sarıldınız. Teslim olun” çağrısı yapılıyordu. Ortada plan filan kalmamıştı artık. Ne Ayhan’ın, ne Emniyet’in planı…

    Bütün bu kargaşa arasında Ali Çetin, Zahit Ağa ve Zahit Ağa’nın koruması çoktan ortalıktan kaybolmuşlardı.
    Polis ekipleri az sonra içeriye girdiklerinde kısa bir çatışmadan sonra yeni yeni dağılmakta olan sis bulutunun içerisinde yaklaşık 10 kişiyi yakalamışlardı.

    Ayhan’ın son vurduğu adam merdivenlere yığılmıştı. Onun yanına gelen polisler yukarıdan ateş edildiğini anlamış, üst kata doğru koşmuşlardı.

    Ayhan’ın yanına ilk gelen Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Şubesi dedektiflerinden Erhan Çevik olmuştu.
    Erhan Çevik, molozların arkasında yaralı biçimde yatan Ayhan Çelen’i görür görmez aşağıdaki arkadaşlarına seslendi.

    “Koşun! Ayhan Komiser burada. Yaralanmış. Çabuk ambulansı çağırın !”

    Ayhan ise hala ilk defa bir planında başarısız olmanın sinirini taşıyordu. Bir de tüm polis arkadaşlarının kendisinin vurduğu Ali Çetin’in adamı etrafına toplanmış olması dikkatini çekmişti o yaralı haliyle.

    Acıdan yüzünü buruşturarak “Ulan adam için neredeyse merasim düzenleyip gözyaşı dökeceksiniz. Kim lan bu herif ?” dedi
    Erhan Çevik “Zorlama abi kendini şimdi, öğrenirsin nasıl olsa” dedi.
    Ayhan biraz daha zorlanarak
    “Neyi ?” diye sordu.

    Gerisi bir karanlıktı O’nun için. Gözlerini açtığında başında Kaçakçılık ve Organize Suçlar Daire Başkanı Salim Kibar’ın sinirli bir biçimde volta attığı bir hastane odasında, koluna serum takılı vaziyette buldu kendisini.
    2 ...