bir ay oldu çin'e geleli. mübarek cuma günü, ''buddhism in china'' dersindeyim. ingilizcem böyle derin şeyleri anlamaya el vermiyor ki bana kalırsa böyle derin şeyler ingilizce gibi sığlıktan ölecek bir dille anlatılamaz. biraz daha doğulu olmak gerekir; hasıl olan manayı kavrayabilmek için. sanırım bu sebepten binlerce kilometre yol tepip dünyanın en doğusuna geldim. evet. geoid olan benim, dünya değil. doğu uç yöreleri'nin de ötesine vardığın zaman dünyanın sonu gelmiş demektir. aşağı düşersin. ismaylı bir büyücüden daha iyi bilecek değil ya galilei !
''beynim batı, yüreğim doğu.''
cenk taner'e kalsa doğru yoldayım. eh, derin tutkulara düşerek sürükledim kendimi buralara. çünkü ne varsa düşenlerde var, varmış meğer. ama öyle kendi çekirdeğine yolculuk için iyi bir seçim değilmiş buralar. gerçi hindistan'a da gitsem bir şey değişmeyecekti ya neyse.
kendi çekirdeğine yolculuk? insan hamurunun yoğrulduğu topraklardan kaçarak mı çekirdeğine ulaşır ? ulaşmak mümkün müdür sahi ?
kim bilir. gontlu büyücüler yahut tibetli budistler bir ihtimal ama ben ? neyse boşverin şimdi bunları zaten 2010larda yaşıyoruz güzelim. öyle çok düşünmenin lüzumu yok. hele ben komünist bir ülkenin kapitalist başkentinde yaşıyorum şu sıra.
şimdi size biraz pekin'den söz etmek istiyorum. öyle uzak doğu mistisizmi, çin kültürü, doğu felsefesi, meditasyon falan muhabbetleri açmayacağım zira an itibariyle budizmi power point slaytlarından öğreniyorum. zaten güzel şeyler büyük şehirleri hep teğet geçiyor. elde kalan göz kapakları için bıçak altına yatmış asian kağıt bebeklerin arz-ı endam eylediği güneydoğu asya gece hayatı, ''mind the gap'' anonslarıyla gönlümde taht kuran, uğruna fütüristik şiir yazma girişimlerinde bulunduğum london tube'u aratmayan gelişmiş bir metro sistemi, 2.5 liraya aldığın sigarayı kapalı alanda tüttürmene ses çıkarmayan, kaliteli ve ucuz çin restaurantları? evet hemen hemen hepsi bu. tabi bu taşlamanın muhattabı doğrudan pekin, koskoca çin'e bok atmak haddime değil.
pekin garip bir şehir beyler. ortalıkta popo bölümü kesilmiş şortlarla sağa sola koşan, bazen sokağa işeyen bebekler, metroda dahi yere tüküren insanlar, sokakta müzik açıp toplu halde dans koreografisi çalışan orta yaşlı kadınlar, sertifika ile aldıkları köpeklerinin patilerine adidas marka(?!) ayakkabı giydirip gezdiren yaşlı teyzeler var. ilk kültür şokunu atlattıktan sonra sevip bağrına basıyorsun ama. şehri değil; insanları. alışverişi, gece hayatını, yemeyi içmeyi seviyorsanız şehri de sevgiyle kucaklarsınız. ben yapamadım. binalar çok yüksek, hava kirliliği çok yoğun, alışveriş merkezleri çok popülerdi. haftasonu hiking yapayım diye gittiğin dağın tepesine bile beton merdivenlerle çıkıp, zirvede sis değil hava kirliliğine karşı manzaranın keyfini sürüyorsun. benim gibi bir outdoor insanı için çekilir dert değil.
pekin, resmi adıyla beijing(ki ben bunu kullanmayı tercih ediyorum. çünkü yemekler, isimler, şehirler kendi dillerinde daha güzel.) çok köklü bir geçmişe sahip. inanmayan googledan baksın, ben tarihin yalancısıyım. ama onca hanedanlıktan, binlerce yıllık uygarlıktan geriye çok bir şey kalmamış. günahı mao abimizin boynuna. yok edilen onca şeyin üstüne bir de yasak şehir'de rehberler saçma sapan bilgilerle manipüle etmeye çalışmıyolar mı sizi, çıldırıyorum. gerçi 100 yuanlık banknotlarda uzaklara kızıl kızıl bakan adam işin tek sorumlusu değil. dèng xi?opíng'in de öyle çok doğayı, şehri, kültürü falan sallayan bir tip olduğunu söylenemez zira kendileri şu an ''dev ekonomisiyle bir süper güç'' olan çin'in mimarı. bunlar derin mevzular, bilahare başka bir yazıda uzun uzun değineceğim çin siyasetine. ama bilin diye söylüyorum bu şehir beni çok üzüyor. 10 yıl sonra istanbul'un ne hale geleceğini gördüğüm için belki. belki hala beijingte toprağa yalınayak basamadığımdan yahut kuzey ormanlarının before and after fotoğraflarına bakıp iç çektiğimden. beijing'e bakarak rahatlıkla söyleyebilirim ki çok pişman olacağız ama daha tehlikenin boyutunu idrak edemedik, ondan bu rahatlığımız. her neyse yine limon sıktım ortama. gidiyom ben ya.
bir gün buraya yolunuz düşerse muhtemelen uzun dönem değil turistik bir tur kapsamında kısa süreli bir seyahat olacağı için klasiklerle başlayın. tiananmen meydanı, yasak şehir, summer palace, cennet tapınağı, çin seddi vs. ancak zamanınız varsa şehri bunlarla sınırlandırmayın derim ben. mesela çin seddi'nin turistik bölümlerine gitmek yerine uzak noktalarını tercih edin. uyku tulumunuzu alıp kamp atın bir hafta sonu. hem hava kirliliği şehirdeki kadar yoğun değil hem insan gürültüsü, tur gruplarının bayrakları çok ötenizde hem de? çin seddi'ne kamp atıp yıldızları izliyorsunuz lan ?! farkında mısınız neden söz ettiğimin ?! kesin yapın ölmeden böyle şeyler. güzel oluyor.
haidian discrict, şehrin üniversitelerin bulunduğu bölümü. beijing language and culture university, china political science and law, peking, tsinghua bu bölgede konuşlanmış üniversiteler. benim master öğrencileriyle ders aldığım cupl'in lisans öğrencileri için olan ana kampüsü ise changping'de. vaktiniz varsa tsinhua'nın ya da peking'in kampüsünü ziyaret etmenizi öneririm. haftasonu bir kahve alıp yürümek için güzel yerler. hem yabancı öğrencilerle tanışıp kaynaşabilir akabinde wudaokou'ya gidip bir bira yuvarlayabilirsiniz.
ben yerleşmeydi, hastaneydi, okuldu derken 1 ayı devirmeme rağmen hala istediğim randımanda keşfedemedim şehri. beijing, avrupa şehirlerine benzemiyor. istanbul gibi. ciddi manada büyük, ucu bucağı yok. o yüzden zaman içinde keşfettikçe daha kapsamı dar ve detaylı yazılar paylaşıcam. bir ayı bir yazıya sığdırmak oldukça güç. çin mutfağını, pekin gece hayatını, siyasi ve toplumsal yaşantıyı, sanat etkinliklerini, gezilecek yerleri ayrı ayrı yazılarda anlatmak daha yerinde olacak gibi. bakalım, yapıcaz ortaya karışık bir şeyler. şimdilik benden bu kadar. ders çoktan bitti bile.