Bir gündüz vassaf denemesidir.
Tamamı şu şekilde olup , cehenneme övgü kitabının ilk kısmıdır.
"Gece, düzen güçleri uykudadır. Bürokrasi, askeriye, okullar, polis, kısacası yasamımızı düzenleyen tüm
güçler uykudadır; sokakta devriye gezen nöbetçi polis dısında. Askerler de hepimizden önce yatağa
girerler. Dünyanın bu en baskıcı kurumunun mensupları, en erken yatanlardır aynı zamanda. Aslında,
tüm totaliter kurumlarda, daha doğrusu, tüm kurumlarda (tüm kurumlar totaliter değil midir zaten?)
insan her zaman erken yatmak zorundadır - yatılı okullarda, manastırlarda, ailede, cezaevlerinde,
hastanelerde... Kisinin istediği saatte yatma hakkını destekleyen, bu özgürlüğe onay veren hiçbir
kurum tanımıyorum. Ask (?) üzerine kurulu olan ve iki kisinin özgür iradesiyle gerçeklesen evlilik
kurumunda bile, çiftler yatağa aynı saatte girmezlerse, biri daha geç yatar, geceyi daha fazla yasarsa,
sorunlar çıkmakta gecikmez. Kurum her zaman “geç” yatanı suçlar, erken yatanı değil. Avrupa feodal
toplumunda tüm kent sakinleri mumlarını aynı saatte söndürmek zorundaydılar; bayramlar dısında.
Düzen ve baskı güçlerinin doğal yapısı, her zaman belirli bir uyku saatini zorunlu kılar. Bu belirli saatin
erken bir saat olması da yine onların doğal yapısından kaynaklanır.
II
Tarih boyunca bize, tüm kültürlerde, karanlığın kötü güçlerle iliskili olduğu öğretildi. Gece
insanlarından, geceyi yasayan, gecede yasayan insanlardan korkmamız gerektiği anlatıldı. Oysa
gündüz ve gece kisileri aslında aynı kisiler. Gün ısığı içimizdeki teslimiyetçiliği ortaya çıkarır, ama geceleri
kendimizi özgür hissederiz. Düzen güçleri bizi, geceden, özgürlükten kaçınmaya
kosullandırmıslardır.
Kurumlar, ister din, ister aile, ister devlet kurumları olsun, gece insanlarına korkuyla bakarlar.
Karanlıkla birlikte uyrukların denetlenmesi zorlasır. Gece insanlarına her zaman kuskuyla bakılır. O
saatlerde ayakta olan hiç kimse hayırlı bir is pesinde olamaz. Gündüzleri egemenliğini sürdüren kurulu
düzen güçleri, varlıklarını ve baskılarını gece düsmanları bahanesiyle haklı çıkarırlar; belirsiz, soyut kavramlarla
öcüymüs gibi söz edilen bu düsmanları biz hiç görmesek de.
Yöneticiler de bize hep gündüz gözüyle gösterilirler, hep gündüzlerin bir parçası olarak görünürler bize.
Bir baskan, bir papaz ya da bir general, doğanın güzelliği içinde, arkasında parlayan bir günesle
canlandırılabilir, ama gecenin karanlık fonu önünde, asla.
III
Gündüz, ilerleme gibi görünen tekdüze bir süreçtir. Sabahın parlak ısıkları aksam karanlığına
dönüsürken, bize bir gelisme olduğu hissini verir - belli bir yönde ilerliyormusuz gibi bir duygu.
Zamanın yapay göreceliği üzerinde nadiren durup düsünürüz. Her Allanın günü, aydınlığın karanlığa
doğru akısı bizi önüne katıp kosturur. Ama gün boyunca, ister sabah saat on, ister öğleden sonra üç
olsun, hepimiz, gündelik düzenin, düzen güçlerinin köleleriyiz. Bizi ayakta tutan, zamanın geçmesi ve
gecenin sunduğu kurtulus umududur. Çünkü, sonunda gece olacağını ve (gündüzle kıyaslarsak)
dilediğimiz gibi davranma fırsatına kavusacağımızı biliriz.
Kitaplar gece okunur. Sinema, tiyatro ve müzik gösterileri gece olur. Gece sarhos oluruz, gece kumar
oynarız.
Her seyden arınmıs, çıplak vücut geceye aittir. Vücutlar gece birbirine değer, bir araya gelir. Gün
boyunca üniversitelerde bilimsel inceleme konusu olarak ele alman, aksamüzeri dost toplantılarında
sohbet konusu edilen seyler, sonunda gecenin karanlığı içinde, gizlice yasanır. Çıplaklık geceye
özgüdür, gündüze değil. (Bunun tersi, yani var olmanın doğal gereği, yani günesin altında çıplaklık,
ancak baskının sona ermesiyle gerçeklesebilir.)
Geceleri âsık olur, birbirimize askımızı geceleri ilan ederiz. Gündüzler bizi mantığımızı kullanmaya,
kendi hapishanemize kapanmaya zorlar. Gün boyunca baskı güçleri, askın özgürlüğüne karsı savasır.
Ama geceler bizi yeniden âsık eder, bize “seni seviyorum” dedirtir. Gündüzleri söylenen “seni
seviyorum'lar geceye gönderme yapar.
IV
Đs günü süresince tutsak olduğumuz gerçeğini o kadar kabullenmisizdir ki, onun dısındaki saatlerden
“serbest zamanımız” diye söz ederiz. Serbest saatlerin tam tersi, hemen hepimizin iste olduğu
gündüzlerdir.
Savaslar genellikle safak sökerken baslar. Devlet gün boyunca öldürür, infazları gerçeklestirir. Gün
boyunca hayatta kalmaya, geceleri ise yasamaya çalısırız. Gün boyunca elektrik faturalarımızı öder,
arabamızı tamire götürür, alısverise çıkar, doktora görünür, ya sevmediğimiz bir ise gider ya da
gereksindiğimiz, ama sevmediğimiz bir is ararız.
Gün boyunca, tüm görevlerimizde düzene tabi tutuluruz. Tuvalete gitmenin bile kesin sınırlamaları ve
kuralları vardır. Đsyerinde, okulda, askerde... insan istediği sıklıkta tuvalete gidemez ve orada istediği
kadar kalamaz. Tuvalete istediğimiz zaman gidemediğimiz gibi, kaç kez tuvalete gittiğimizin ve orada
ne kadar kaldığımızın bile hesabı tutulabilir. Ayrıca insan, kurumun öngördüğü zamanlar dısında tuvalete
gitmek isterse, bunun için izin alması gerekir. Gün boyunca istediğimiz gibi tuvalete gitme
özgürlüğüne bile sahip değiliz, çünkü gündüzler bize ait değil.
Gün boyunca insanların birbiriyle gireceği iliskiler düzene sokulmustur. Okullarda gençler, sırf aynı
yasta oldukları için yıllar yılı aynı kisilerle aynı sınıflarda oturmak zorundadırlar. Sekiz yasındakiler altı
numaralı sınıfta, on yasındakiler on bes numaralı sınıfta vb. O sınıflarda bile değismez bir oturma
düzeni sağlanmıstır. Ancak okul günü bitip aksam olduğunda, insan, dilediği kisiyle birlikte olma sansına
sahip olur. Askerseniz, günün büyük bölümünü, sizinle yaklasık olarak aynı boyda olanlarla
geçirmek zorundasınız demektir. 1.65 boyundaki bir kisinin, 1.95 boyundaki arkadasıyla bir araya
gelmesi, ancak aksamları ve geceleri mümkün olabilir.
V
Sosyal sınıfların katı kuralları ancak gece bozulur. Đsçiler, burjuvaların sokaklarında dolanırlar.
Burjuvalar isçi mahallelerindeki lokantalara giderler, fahiseler, papazlar, öğrenciler, askerler, ev
kadınları, doktorlar ve yabancılar, hepsi aynı sokakta gezinirler, bakınırlar, birbirleriyle konusurlar,
hatta belki de sonunda sevisirler.
Geceleri dünya, birbiriyle hasır nesir olmus, özgür, meraklı insanların ruhuyla canlanır. Gündüzleri
kaçındığımız seyler, gece çekicilik kazanır. Gündüzlerin “rasyonel” insanı, “zevk-ü sefa pesinde kosan”
insanla yer değistirir geceleri.
Ezme eyleminin kendi özgürlüklerini de kısıtlamasına rağmen, ezenler bile geceleri daha fazla
özgürlüğe sahiptirler. Kurulu düzenin yöneticileri, generaller ve krallar, sirket ve ülke baskanları,
“söhret ve servet” sahipleri de geceyi yasarlar. Totaliter kurumlar uykudayken, uykuya yatırılmısken,
onlar da yasama özgürlüğüne kavusurlar. Çocuklarını yatağa yatıran anne-babalar gibi, onlar da artık,
her türlü seremoni ve sansürden arınmıs olarak, maskesiz yüzlerini gösterme özgürlüğüne sahiptirler.
VI
Gece vakti, gündüzün telasından, hayhuyundan eser kalmaz. Az çok huzura kavusmus oluruz. Söyle bir
on saat kadar, bizden istenen, beklenen bir sey olmayacaktır. Yiyeceğimizi seçmekle ya da yaratmakla
ise baslarız. Gündüzleri yiyip içtiklerimiz, çoğumuz için, kurumsallastırılmıs ve standartlastırılmıstır.
Halbuki geceleri, hem ne yiyeceğimiz konusunda daha çok seçeneğimiz vardır, hem de onu dilediğimiz
gibi hazırlamakta daha özgürüzdür. Ayrıca, yemeğimizi alelacele yemek zorunda da değilizdir. Fast
food dedikleri sey, gündüze egemen olan baskıcı güçlere aittir. Gündüzlerin fast food yiyicileri olarak
bizler, bizi yöneten mega mekanizmanın parçalarıyız. Oysa geceleri, kendi besinimizin hazırlayıcıları
olarak, zamanı ve mekânı gönlümüzce düzenleyebiliriz.
VII
Gün ısığı bir tuzaktır. Isık bizi kör eder. Ama geceleri, gözlerimiz fal tası gibi açılır. Geceleri, tüm öteki
duyularımız da daha duyarlıdır, çünkü düzen güçleri o saatlerde makinelerini kapatmıs olurlar. Gece
olunca sessizliği dinler, karanlığa nüfuz eder, hem bedenlerimizin hem de hayal gücümüzün dizginlerini
koyveririz.
Gün boyunca duyularımızı tutsak etmeye çalısan sayısız mesajın tüketicisi olmaktan çıkarız geceleri.
Baskıcı mega mekanizmanın aralıksız vızıltısı durmustur simdi. Enerjinin kaynağı artık içimizdedir. Gece,
insan zihninin çalısması için bir zemin olusturur. Gün boyunca dikkatimizi, ısığın, renklerin, devinimin
hizmetine sunarız. Neye dikkat edeceğimizi belirleyen, düzen güçleridir. Yesil ve kırmızı ısıklar, karsıdan
karsıya nasıl geçeceğimizi bile düzene koyar. Gündüzleri biz, yasamın büyüsünün, kelebeğin çarpıcı
renk ve biçim dokusunun gözlemcileriyiz olsa olsa. Gün boyunca dikkatimizi, gözlemin hizmetine
sokarız. Gündüzleri uydusuyuzdur dısımızda olup bitenin.
VIII
Gece, uyku zamanı olduğu gibi, düs görme zamanıdır da. Gördüklerimizi, isittiklerimizi, kokladıklarımızı
ve düsündüklerimizi sınırlayan diller, formlar, davranıs biçimleri ve algısal paradigmalar, kendine özgü
bir biçimi ve dili olan düslerin yapısına aykırıdır. Düslerde renkler, görüntüler, insanlar, duygular ve
düsünceler özgürce birbirine karısır ve benzersiz bilesimler yaratırlar. Öylesine özgürdür ki düsler,
onları söze dökmekte güçlük çekeriz - insan zihnini gün boyunca biçimlendiren o katı yapılar
düslerimizi dillendirmeye yetmez, hatta engel olur.
Uyuyamayan, uykusuzluk hastalığı çeken kisiler, karanlığın getirdiği sınırsız özgürlük ve gerçeklikle .bas
edemeyen kisilerdir aynı zamanda. Bu insanlar, gün boyunca, her seyi izlemekle oyalanırlar. Oysa gece
artık izlenecek bir sey yoktur. Sadece, yasamın o belirgin sesi duyulur içten içe. Gündüzden soyutlanıp,
kurtulmus olan anlamsızlık, artık saklı değildir. Hayatta olma bilinci kendini daha güçlü bir sekilde
hissettirir geceleri, ölümün varlığı da öyle. “Yasamın anlamı” gece duyumsanır ve sorgulanır. Kimse
bunu öğle yemeği sırasında tartısmaz. Yasam, gecenin konusudur."
"