hayat bana fazla gerçek, fazla soğuk bitanem. hayatın bana bakan yüzünde koca bir yalnızlık, benim yüzüme çarpıp sana geliyor gençlik heveslerinle. karşımda on altı küçük prens ve prenses sevgi akıtıyorlar yüreğime. yetsin diyorum allah'ım, yetsin bana şu çocuk bakışlaar.
olmuyor...
çok değil 3-4 saat sonra yine aynı duvarların içine hapsolacağım. bir duvardan, bir duvara... heyhat reva mı bu duvarların yüreğime açtıkları büyük yara.
yine gireceğim pis kokulu apartmanıma, anahtarı çevirdiğimde açılan kapıyla yüzüme çarpan sigara kokusuna karışmış yalnızlığım. can sıkan bir soğuk; ancak çok dondurucu soğukta dışarıda fazla kaldığımda içeri girdiğim zaman ısıtabilen bir ev. bulaşıkların iç bunaltan görüntüsüyle karşılaşmamak için girişteki mutfak kapısını kapatacağım.
tabak, bardak diplerindeki kalıntıların, çaresizliğimle doğru orantılı artışı bana yalnızlığımın elle tutulur oluşunu gösterdikçe daha çok kalıntı, daha yoğun bezginlik saracak hayatımı. hepsini alıp camdan fırlatmakla geçeceğini bilsem tüm bunların, "deli işte" demelerine aldırmadan yapacağım bunu. ama hayatın daha zor olacağını kabullenerek çıktığım bu yolda, her şey gibi bunun da imkansız bir hayal oluşu çakılı beynime.
bir kere oturunca, kalkmaya gücüm kalmadığını bildiğim için, en temel ihtiyaçlarımı zor gelse de karşılayıp geçeceğim artık gözümü ağrıtan monitörümün karşısına...
al işte sigaram, küllüğüm, bir de onlara kardeş bir demlik çayım. işte sosyal arkadaşlarım da yanımda. eksik bir şey aramama gerek yok, tümüyle eksiltilmiş hayatımda... 17 ince sığdırdım koca bir hayatı, sen de uğradın ara sıra yalnızlığıma. gel desem gelemezsin biliyorum, bu yüzden vazgeçtim tüm hasret kokan sözlerden.