işe yaramaz bir şeyi bilmek senin içinde büyük bir üzüntü, bir çaresizlik, anlamsızlık yaratır. negatifi bilmek senin tüm yaşamını ve hayat suyunu kurutur. sen donmaya başlarsın. üşürsün.sevmeyen biri haline gelirsin. tüm umudunu yitirmeye başlarsın. çaresizlik içinde, ıstırap içinde olursun. ve birçok insanın başına gelen işte bu.
örneğin sigmund freud; o sadece negatiflik biliyordu. insanın zihninde neyin yanlış olduğunu biliyordu ama doğru olabilecek hiçbir şeyi bilmiyordu. o negatif tarafa dayanmıştı. zihnin bütün hastalıkları konusunda uzman biri oldu ; anormallikler, sapkınlıklar, hastalıklar, nevrozlar, psikozlar, aklınıza gelebilecek her şey. fakat o buddhaların da var olduğunu unuttu. işin aslına bakarsan yavaş yavaş, anormal olana, hasta olana, sapkın olana, sağlıksız olana alıştıkça buddhaların var olup olmadığından daha fazla şüphelenmeye başladı. isa'dan şüphe etmeye başladı. sadece bu da değil ; psikanaliz uzmanları isa'nın nevrozlu olduğuna dair çok sayıda kitap, bilimsel tez yazmıştır. onlar buddha üzerine o kadar yoğun çalışmadılar ama eğer çalışacak olurlarsa aynı şey buddha için de geçerli olacaktır. belki onlar buddha için başka bir kelime, örneğin 'bastırılmış' ifadesi kullanırlar. eğer ramakrishna'yı düşünecek olurlarsa 'isterik' kelimesini kullanacaklardır. ve muhammed için de aynı şeyi söyleyeceklerdir ; 'nevrozlu' ya da 'deli'.
neden isa nevrozlu ? çünkü o tanrı ile konuşuyor. o nevrozlu çünkü gökyüzünden sesler duyuyor. nevrozlu çünkü bizim göremediğimiz, sadece kendisinin görebildiği bir şeyi görüyor. ona güvenemeyiz çünkü o her ne hissediyorsa, bunu nesnel bir şekilde ispatlayamaz. onun deli olması gerek.
sadece freud'un söylediği şeylerin ne ima ettiği üzerine bir düşün. sağlık olanak dışı bir şey, sağlık şüpheli. sağlıklı, bütün, kutsal bir adam şüpheli. sadece şüpheli değil ; lanetlenmiş biri. o halde geride kalan ne olur ? bu durumda bütün insanlığın tamamı çaresizlik, umut olmadan yaşamak zorunda kalır.
işte freud'un söylediği şey bu, o insan için umut olmadığını ve bir insanın en iyi ihtimalle ona katlanılabileceğini ama keyfini çıkaramayacağını söylüyor. işin aslına bakarsan kendisi de hayatın hiç keyfini çıkarmadı ; sadece ona katlandı. o da bir çok açıdan nevrozlu biriydi. ölümden çok korkuyordu; bir çok fobisi vardı. çok öfkeli bir insandı, o kadar öfkeliydi ki öfke nöbetine girdiğinde bayılıp yere düşüyordu. ölümden o kadar çok korkuyordu ki ondan söz edilmesi bile titremesi için yeterliydi. ve o kadar hırslı ve politik bir insandı ki başkalarının kendisine karşı komplolar kurduğundan sürekli olarak şüpheleniyordu. o bir paranoyaktı. öğrencilerinin çoğunun hayatını bu şüphe yüzünden mahvetmişti çünkü kimsenin zeka anlamında, anlayış anlamında yanına yaklaşmasına katlanamıyordu. sadece köleler istiyordu. ve ne zaman akıllı bir mürit ortaya çıksa -öğrencilerinin yanında jung, adler gibi insanlar vardı- onun kendisini kurtarmasının tek yolu ermişten kaçmaktı. freud'un varlığı belirleyici değil, zehirleyiciydi. ve bu adam buddha ve lao tzu ve zerdüşt ve isa ve muhammed hakkında yargılarda bulunmaya devam etti. ve bu insanlar gerçekten sağlıklı olan birkaç insandan biriydi.
sadece tek bir şeyi düşün: eğer hastalık varsa bu sağlığın da mümkün olduğuna, en azından olanaklı olduğuna dair yeterli bir kanıttır. eğer karanlık varsa aydınlıkta mümkündür. ve eğer ölüm varsa yaşamda mümkündür. işin gerçeği, eğer yaşam yoksa ölüm nasıl mümkün olabilir ? eğer hiç hastalık yoksa birinin hasta olduğuna nasıl karar verebilirsin ? eğer dünyada hiç buddha yoksa kimin deli olduğuna nasıl karar verebilirsin ? o zaman herkes delidir ! belki herkes deliliğin farklı çeşitleridir ama herkes delidir.
freud negatif konusunda son derece yetenekli biri, hastalık ve rahatsızlık konusunda bir uzman olmuştu. yeteneği doğal olarak öyle bir şekildeydi ki inkar etmesi şarttı; asla bir buddha ile karşılaşmamıştı. buddha psikanaliz için freud'a gelmez. o kırk yıl boyunca sadece bin bir çeşit zihin projeksiyonları ve fobilerden muzdarip hasta insanları analiz etti. doğal olarak kırk yıl izledikten sonra, insanların rüyalarını ve fobilerini ve korkularını ve bölünmüş kişilikleri ve şizofrenleri ve isterikleri dinledikten sonra doğal olarak eğer 'ben hiç sağlıklı insan görmedik,' şeklinde bir karara varacak olursa bir açıdan haklıdır. o hiç sağlıklı bir insan görmemişti. ve kırk yıl yeterince uzun bir zamandır: o binlerce insanı izlemişti. fakat bir şeyi unuttu. bir buddha'nın gelip onun kanepesine uzanmayacağını ve rüyalarını ona anlatmayacağını unuttu, çünkü bir buddha'nın rüyası yoktur !
bir buddha'nın hiç rüyası yoktur. bir buddha'nın hiç düşüncesi yoktur. bir buddha ego şeklinde var olamaz, bu durumda nasıl korkabilir ? ölümden korkmaz çünkü ölüm gibi bir mesele yoktur. o zaten ölüdür; bir ego olarak ölmüştür, şimdi ortada sadece ölümsüzlük, sonsuzluk, zamansızlık kalmıştır. aslında eninde sonunda freud buddha'ya gelecek. gelmek zorunda çünkü tüm perspektiflerini kaybediyorlar.
onlar bir günden diğerine insanların sefaletlerini dinleyerek tüm umutlarını yitiriyorlar. bir buddha onlara tekrar umut verebilir. bir buddha onların tekrar coşkun olmalarını sağlayabilir. onlar çok uzun süre ıstırap içinde yaşadılar. psikanaliz uzmanlarının diğer tüm meslek gruplarına oranla daha çok, neredeyse iki kat daha fazla intihar teşebbüsünde bulunması tesadüf değildir. bir psikanalizci cehennemden çok daha kötü bir durumda yaşar. onlara merhamet duyulması gerekir. doğal olarak sağlıklı şeyler konusunda kör bir hale gelirler.
sen varlığa köklerini giderek daha fazla salmadan bilgiyi toplamaya devam edersen bu olur, sen umutsuzluğun, ıstırabın ta kendisi haline gelirsin.
ıstırap ile coşku arasındaki ince sırat çizgisi, bilgi ile bilen olmak arasındaki fark kadar incedir.