dünya belli bir denge çerçevesinde döner, doğada da durum hemen hemen böyledir; aklını gücü ile birleştiren, emeline ulaşır. yalnız bunun için her zaman kendi bilek gücü, kendi zekası kafi gelmez, aptal/saf insan/hayvan mevcudiyeti gerekli olur, gayet doğaldır da.
beyin kıvrımlarını-doğru ya da yanlış- kullanan insanlar, pek tabiki fikirleri ile, uygulamaları ile çok çeşitli kesimlerin düşüncelerine sirayet edebilir, onları etkileyebilir. bu etkilenmeler, tamamen etkilenen bireyin cahilliği/üşüngeçliği/bir takım baskılar/yanlış yönlendirmeler şeklinde meydana gelebileceği gibi, karşılıklı çıkar ilişkisinden mütevellit kafayı kullanmamanın fayda sağlaması neticesinde de ortaya çıkabilir. iki durumda da, etkilenen kesim, etkileyen kesimin art niyetli olması durumunda kullanılandır, fayda sağlanandır.
şimdi, ülkemizde son yıllarda baş gösteren bir türban sorunu var. ak parti iktidarından önce, bir dönem refah partisi ile dillenmesi dışında gündem oluşturmayan, insanların kendi özgür iradeleri ile çeşitli çözümler getirdiği, "suni" bir sorun. evet sorun. ama türbanın sorun olması tamamen iktidar partisinin kişisel çıkarları ile paralellik göstermesi yüzündendir, çok açık.
sıkıntıların genel temellenme noktası, türbanı eleştiren bir çok kesimin dillendirmesine rağmen görülemiyor. burada şahsen ben kasıt ararım. ha aramakta haklı ya dahi haksız olabilirim, bu da benim kendi kişisel problemim olur, problemleri beni bağlar. peki neden kasıt ararım?
çok açık; türban, inancını saf olarak yaşayan insanlardan ziyade, iktidarda bulunan partinin oy toplama katalizörüne dönüşmüş durumda. bu bağlamda, insanların da kendilerine çeşitli sorular sormaları gerekiyor, hem olumlu hem de olumsuz olabilir bu.
gönül verdiğim parti, 6 senedir iktidarda, üstelikte tek başına, üstelik de anayasayı değiştirebilecek kudrete sahip. neden hala daha bu türban sorununa herhangi bir çözüm üretemedi?
acaba üretemedi mi? acaba bütün bunlar bir oyun mu?
detay olmamasına dağmen gözden kaçan gerçekler var. bundan önceki 4, 5 senelik ak parti döneminde, ak parti'nin önünde sıkıştıkça saldırabileceği bir koz vardı: ahmet necdet sezer. ne alaka demeyin, arada ciddi bir korelasyon var;
ak parti'nin uyguladığı taktik kabaca yahudi taktiğidir. diğer bir ismiyle kendini acındırma politikası. ve maalesef bu konuda son derece başarılılar. hiç bir halk, mağdura karşı hissiyatsız kalamaz, mümkün değil bu. chp'nin de akıl dışı hamleleri, ak parti'ye bu olanağı fazlasıyla verdi, özellikle cumhuriyet mitingleri ile. bu gözden kaçan bir detay kanımca. meydanları dolduran, ak parti'ye lanet okuyan insanlar, onları organize eden insanların hatalı yönlendirmeleri ile köstek olmaya çalıştıkları siyasi oluşuma destek oldular. hem de tahmin edemeyecekleri kadar. bu durumu tek fark edebilen ne yazık ki, bir çoğumuzun faşist dediği, pek çok yasadışı eyleme ön ayak olan mhp'dir. bu üç hadise arasındaki korelasyonu inceleyelim daha fazla karıştırmadan;
ak parti, yaşadığı her türlü olumsuzlukta, özellikle boyalı basındaki şakşakçıları sayesinde ahmet necdet sezer'e attı suçu. bunu o kadar sistematik, o kadar akıllıca yaptılar ki; halk, ahmet necdet sezer gibi, iktidarın icraatlarına kadrolaşma dışında hiç bir şekilde karışmayan bir hukukçuyu öcü olarak belledi. bu durum tabi ki ak parti'nin ahmet necdet sezer'le herhangi bir kişisel sıkıntısı oldu için değildi. burada amaç tamamen yine daha önce bahsettiğimiz kendini acındırma durumuyla paralellik gösteriyor, halka; bakın biz sizin için çalışmak istiyoruz ama bizi engelliyorlar mesajı vermek. ve bunu da çok güzel yaptılar, son derece başarılı oldular. peki burada mhp'nin rolü ne?
mhp, kimsenin tahmin edemeyeceği kadar akıllıca davranarak, ak parti'nin cumhurbaşkanı seçimine destek verdi, bunun karşılığı olarak da çokça eleştiriye meze edildi. düz mantık bakıldığı zaman eleştirilere hak vermek doğru olandı. ancak mhp, ak parti'nin sezer taktiğini çözmüş ve buna karşı önlemini almıştı, takdire şayan. yani diyordu ki; 5 sene sezer sizi engelledi, sıkıştığınızda suçu attınız. şimdi ne halt edeceksiniz?
bu durum ve tutum, elbette ki ak parti'ye avantaj ve dezavantajları beraberinde getirdi. mhp'nin akılcı tutumu bununla da sınırlı kalmadı, şu anda türban hususunda da tamamen arkanızdayız mesajı veriyor mhp. ilk başta sorduğumuz soruyu burda tekrarlayalım o halde; peki ak parti neden hala daha bu sorunu çözmekten bu kadar uzak?
a-) daha hala vatanda satılacak 3-5 kurum var. onlar bittikten sonra eğilecekler
b-) chp'den çok korkuyorlar
c-) türban sorunu çözülürse halkı uyutacak suni gündem malzemeleri kalmayacak
d-) hepsi
e-) hangisi
cevap basit aslında değil mi? basit basit. ak parti, türbanı siyasi koz olarak görüyor. türbanın çözülmesi peşinden imam hatiplerin çözülmesi de dahil pek çok sıkıntının çorap söküğü gibi gelmesini sağlayacak. bu durumda ak parti, ekonomik ve daha farklı hatalarını örtmek için nasıl bir yola baş vuracak? şehide kelle, terörist başına sayın dediği zaman hesabını nasıl verecek? veremeyecek ağalar, veremeyecek, veremez de.
meselenin ilk bölümünü kapatalım, ikinci bölüme gelelim;
dinde türbanın yeri var mı? varsa ne kadar?
birazda çok fazla bilinmeyen gerçeklerin üzerine bir hikaye eşliğinde yoğunlaşalım;
peygamberimiz ashabıyla otururken bir kadın içeri girer. oturanlardan biri ayağa kalkar ve yerini kadına verir.peygamber bu ince ve nazik harekete ilgisiz kalmaz. yer açana sorar:
bu kadın senin annen mi?
adam, "hayır" der.
peygamber bu sefer:
peki kardeşin veya başka bir tanıdığın mı?
adam tekrar "hayır, değildir" der ve cümlesine şöyle devam eder:
sadece ona saygı göstermek için yer açtım.
bu söz üzerine peygamber "allah da sana cennette yer açsın! sana genişlik versin" diye dua eder...
bu olay ve peygamberimizin söyledikleri bir anda medine'de yayılır.
ama anlaşılan, medine yi bu kadar yakından takip ettiğini zannedenlerin bunlardan haberi yok, kadın onlar için doğurganlığı olan, etinden, sütünden faydalanılması gereken bir canlı.cinsel dürtüleri uyandırdığı için de şeytan..
islamiyetten önce kadınlar tam bir dram yaşıyordu bütün dünyada. miras alamaz, bilakis kendisi miras olarak kalırdı. ölen kişinin karısı, geride kalan akrabalarına miras olurdu. ölenin tüm mal varlığı oğullarına kalırdı.
antik çağ yunan hukukunda da karısını öldüren kocaya ceza verilmezdi.
ortaçağ karanlığında, avrupa da kadının ruhunun olup olmadığı tartışılıyordu.
işte bu sakat zihniyetin arabistan yarımadasına yansımasını hz. ömer şöyle dile getirmişti:
"bizler, hz. peygamber gelmezden önce, kadını insandan saymazdık!"
islam kadını keşfetmiş, konumlandırmış, tarif etmiştir.
onu erkek ile bir bütünün eşit parçaları olarak saymıştır.
bunu bizzat hz. peygamber'in kendisi deklare etmiştir.
kadın ve erkeğin birbirinin hasmı değil, tamamlayıcısı olduğunu; insanlar arasındaki üstünlüğün ancak "takva"da olduğunu ifade etmiştir.
kur'an-ı kerim bu konuda şöyle der:
"ey insanlar! doğrusu biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık. ve birbirlerinizle tanışmanız için kabilelere ayırdık. muhakkak ki allah'ın yanında en değerli olanınız en çok takvalı olanınızdır!" (hucurat 49/13)
islam kadını diğer dinlerde olduğu gibi doğuştan günahkár olduğunu asla kabul etmez. hem erkek, hem kadın, doğan her insan dünyaya tertemiz, günahsız olarak iner. suç ve günah dünyada başlar ve biter.
kadınlar da erkekler gibi hem özgürlük, hem hayat, hem namus ve hem de haysiyeti açısından dokunulmazdır. mal edinebilir, dilediğinde de harcayabilir. malı kendine aittir. evlenme özgürlüğü gibi boşanma özgürlüğüne de sahiptir. öğrenir, okur, şahitlik yapar, ticaretle meşgul olur, cuma dahil dilediği ibadeti cemaatle birlikte camide eda eder.
o, sadece beğenilmeyi bekleyen bir figür değildir. tam aksine, gerekirse beğenen veya reddedebilen bir yetki ve etkiye sahiptir.
eşi olacak kişiye evet veya hayır diyebilmek hak ve yetkisine sahiptir.
verdiği karardan dolayı kimse onu eleştiremez, yargılayamaz.
taliplisine evet veya hayır diyebileceği gibi bizzat kendisi de talip olabilir. bu, onun onurunu zedeleyecek bir eksiklik değildir. örf böyle gelişmişse de, bu asrısaadetteki uygulamalar ile çelişmektedir.
asrısaadette kadınlar, uygun gördükleri, izzet, iffet ve kişilik sahibi, asaletine güvendikleri erkeklere evlenme teklif edebiliyordu.
islam kadına her türlü hak ve özgürlüğü tanıdı. belki iki cinse de sadece "istismar"ı yasakladı. iki cinse de gayrimeşru yaşantıyı yasakladı.
vücudunun zarafet ve güzelliğinin ticarete, cinsel tahrik ve zevke alet ev konu edilmesine karşı geldi islam...
bunu zaten hangi akıl ve vicdan sahibi kabul eder ki?
allah'ın peygamberi de bu konuda hassastı. bir kadın sahabenin şu ifadesi ne kadar güzeldir:
allah'ın peygamberi, bize bizlerden daha merhametli, anlayışlı ve hoşgörülüydü!"
kadına yönelik şiddet sözkonusu olduğunda insanları toplamış ve şöyle demişti:
"bazılarınıza ne oluyor ki, gündüz eşlerini döverler de akşam utanmadan yanlarına giderler... kadınlarını döven erkekler, sizin hayırlılarınız değildir!"
tüm kadınlarımıza selam olsun!
kadınlara özgürlük ve eşitlik tanıyan din
hz. muhammed, kadın ve erkeğin birbirinin hasmı değil, tamamlayıcısı olduğunu; insanlar arasındaki üstünlüğün ancak "takva"da olduğunu ifade etmiştir. kadınlar da erkekler gibi hem özgürlük, hem hayat, hem namus ve hem de haysiyeti açısından dokunulmazdır.
"allah'ın, kendilerine lütfundan verdiği nimetlere karşı cimrilik edenler, bunun, kendileri için hayırlı olduğunu sanmasınlar. hayır o, kendileri için şerdir. cimrilik ettikleri şey, kıyamet gününde boyunlarına dolanacaktır. göklerin ve yerin mirası allah'a aittir. allah yaptıklarınızdan haberdardır." (al-i imran / 180)