toplum sözleşmesi ile bağı metot açısındandır. zira tıpkı toplum sözleşmeci filozoflar(hobbes, locke, rousseau) gibi aksiyomatik bir durumdan bahseder. rawls'un sunduğu -en kaba haliyle- "tüm toplumsal-ekonomik kazanımlarımızı unutsaydık, hangi ilkelerde anlaşırdık? emin olun herkes aynı ilkelerde anlaşırdı ve bu ilkeler de adaletin sınırı olurdu" düşüncesindeki "unutma" olayı aksiyomdur. gerçekleşmesi yahut gerçekleşebilmesi önemli değildir.
başlarda rawls'un kabul ettiği devlet müdahalesi sınırlarının adaletteki yerini, sosyal devlet anlayışı ile bağdaştıranlar olduysa da, temelde bölüşümün zamanı açısından bir farklılık olduğu açıktır. rawls'a göre, sosyal devlet bir aldatmacadır ve eşitsizlikler ortaya çıktıktan sonra müdahale ettiği için bölüşümdeki adaletsizliği engellemez, yalnızca göz boyar. oysa rawls da aynı açmaza düşmektedir, zaten marxistlerce eleştirildiği nokta da budur.
adalet ilkelerinden en önemlisi olan "en dezavantajlının en çok kazanacağı bölüşüm adildir" ilkesinde, yine bölüşüm için pazarın varlığını kabul etmek zorunda kalırız.
rawls'un esas amacına değinecek olursak, amacı faydacı gelenekle hesaplaşarak liberalizmi yeniden kurgulamaktır. bu yüzden nozick gibi uçlarda gezinen liberterler tarafından şiddetle eleştirilir. bir faydacılık değeri olan "verimlilik" ve "kalkınma" gibi noktaların her zaman adalet adına kısılacağını belirtir. bu yüzden sosyalizmden besleniyor gibi görünse de 1971'den beri tüm anglo-amerikan akademik kesimlerinin boğuştuğu bu teori doyurucu olamamıştır.