sabah bakkala indim. ekmek, gazete, 2 yumurta, 1 sucuk istedim. bakkal yeni aldığı camlı dolabın arkasından dolaşarak üzerindeki 1950'lerden kalma paltosunun büyük düğmelerini açmaya başladı... pat, pat, pat üstünde de böyle parlak bi şey var. uuuuvvv bak tüylerim diken diken oldu. derken, bu memelerini sıvazlıyordu tadındaki hareketlerini idrak etmeye meyillendim ki, birden dünkü yalama eylemim aklıma geldi.
bakkaldan çıkıp, caddedeki büyük süper mi hiper mi tartışmaları süren markete doğru yol alacaktım ki, kapıdan kasap göründü. heyecanlandım. kanlı beyaz önlüğüne uzun bıçağını sürtüyordu. üzerine manav elmasını soyarak gelince. ben illalah dedim kendi kendime.
caddedeki süper mi hiper mi tartışmaları süren markette her şey vardı. karar verdim bakkal, kasap ve manavla olan ilişkimi sonlandırmaya ki, bizim köyden henüz 15 yaşında olan dayımın torunu geldi, çıkardı dededen kalma altıpatları. korkudan titriyordu ama silahını da bana doğrulttu. bakkal, manav ve kasap hin gülücükler atıyordu. birden şu sözler döküldü ağzından "töreye ihanat etmişsan" dedim "yıllardır amsterdam'da yaşıyorum ne töresi?" sesini yükselterek seslendi "tükürdigini yalamak, töremize göre ölümle cezalandırılır", "vur ulan" dedim, "kahpe felek vurdu, bir de sen vur, hiç olmazsa dizilere konu olurum da şanım yürür" dedim, arkadan 3 el ateş etti, dan dan dan...
sonra fark ettim ki, 1957 model erika marka daktilomun sesi çok kötü ve kötülük bağlamında ben ondan daha kötü bir cinayet romanı yazarıyım. en iyisi gidip sözlüklerde yazayım dedim.