Tesellisi yok diye kendimi üzecek değilim. Ancak herkese ve her şeye kızgınım. insanların içinde rencide edilmeye, kendime rencide olmaya, özsaygımı ve özgüvenimi kaybetmiş olmama, inancımı yitirmiş olmama, istenmemiş, arzu edilmemiş, sevilmemiş olmaya kızgınım. Bunların olmasına müsaade eden herkese ve bunların olmasına ortam hazırlayan her duruma kızgınım. Şehirlere ve evlere kızıyorum, metro istasyonlarına ve garlara kızıyorum. Kimi yerlerin önünden geçerken tırnaklarımı avuçlarıma geçiriyorum. Kusursuz olabilecek her şeyi bitiriyorum ya da mahvediyorum. Kimi lafları hatırlayınca, kimi sesleri duyunca aklıma gelen tek şey kızmak oluyor. Öfke sağ kalıyor, üzüntü kim bilir kimin evinin mutfak lavabosundan akıp gidiyor. Sırf düzeltemiyorum diye mi yıkıyorum yoksa düzeltince mükemmel olmaz diye mi parçalanıyorum? Çünkü olmaz, biliyorum. Tesellisi olmayan hiçbir şey geri gelmeyecek. Üzüntümüzü masaya vurup “al bak bu benim üzüntüm, beni iyileştir, beni daha iyi, daha güzel, daha insaflı biri yap” diyemeyeceğiz çünkü bizim bir üzüntümüz kalmadı. Keşke üzgün insanlar olsaydık, keşke acıdan ölüyor olsaydık. Çünkü o zaman muhakkak hal çaresi bulunurdu. Öfkenin yerine aşkı, affetmeyi, insafı koyamazsınız. Öfkenin olduğu yerde sadece bir şeyleri yıkma arzusu vardır. Öfkenin olduğu yerde güzel anılar yoktur. Kötü anılar vardır, sevilmemiş olmanın, koskoca dünyada yapayalnız kalmanın, kalabalıklarda boğulmuş olmanın, belediye otobüslerinde ağlamış olmanın, bozkırda içinize işleyen ayazın, çaresizliğin, kandırılmışlığın ruhunuza açtığı derin yaralar vardır. Kainatta çırılçıplak kalmış olmanın sonucudur öfke. Bu yüzden keşke üzülüyor olsak diyorum. Üzülüyor olsak bir çaresini bulurduk ancak öfkeliyseniz devamlı aşağıya düşüyorsunuz, devamlı yere çarpıyorsunuz ve bu sadece size zarar veriyor.