hayatımın %90'lık kısmında olduğu gibi parasızlıktan kırıldığım dönemlerden biriydi. her yaz tatilinde olduğu gibi yollarına ineklerin sıçtığı köyümde oturmuş sıkılmakla meşguldüm.
insanın sıkıntısını gideren en nitelikli oyuncak paraydı farkındaydım ama cebimde 4 lira vardı ve bu parayla kitap alıp uzun vadede sıkıntıma derman olmak istiyordum. köyde kitap satan bir yer olmadığı için haliyle çarşıya inmek gerekiyordu ama çarşıya inmek için yol parası vermeliydim ve bu da kitap almak için elimdeki birbirinden değerli 2 türk lirasına veda etmek demekti. bu da kitap alamayacağım anlamına geliyordu.
evde daha önce okunmamış, okuyacak bir şeyler aramaya karar verdim ve tam o anda saatli maarif takvim gözüme ilişti. duvardan söktüm ve gün gün takvim okudum. o kadar çok menkıbe öğrenmiştim ki hava kararmaya yakın iftar programı sunacak nihat hatipoğlu kıvamına gelmiştim. o kadar çok yemek tarifi öğrenmiştim ki ümit usta'ya, emine beder'e tarif dağıtacak düzeydeydim. dünyaya gözlerini açmış her bebeğin kulağına o gün için uygun bir isim fısıldayacak kadar isimlere hakimiyet kurmuştum.
***
şimdi mi? şimdi sahaflardan çocuk kitapları alırım ve haftada en az bir kitabı yolda yürürken gözüme kestirdiğim bir çocuğa hediye ederim. okusun kerata, saatli maarif takvimi değil, kitap okusun.