içeri girdik, caravan'daki şapkalı adama "selam" dedik, o da "selam" dedi. sonra bir yer bulup oturduk. kendisi duvardaki posterlere bakıp "bunlar ne böyle" diye söyleniyordu. onlar "ne" değildi, albüm kapaklarını içeren posterlerdi. sonra o da farketti bunu, bana güldü. ben de ona güldüm.
bir süre sonra biralarımız geldi. onun birası daha köpüklüydü, "köpüğünü içeyim?" dedim. "çok romantiksin" dedi. sonra köpüğünü içtim. bu sefer "ben de seninkini içeyim" diye bir istekte bulundu. "onu da ben içeceğim" dedim. üzüldü ama "tamam" dedi.
toplamda 4 tane 50'lik bira içmiştik. dışarı çıktık, ikimiz de sallanıyorduk. ben onun uzun saçlarıyla oynuyordum yolda giderken, o da ayağıma basıp duruyordu. çok romantik bir ikiliydik o an, bütün istiklal caddesi bize bakıp kıskanıyordu. sonra canım fıstık istedi, nahil'e söyledim. o da bana fıstık aldı. ben de fıstığı yedim. ama doymadım.
kendisi otobüste de rahat durmuyordu. "bize gelsene" dedi. "neden?" diye sordum. "sana taso koleksiyonumu gösteririm." dedi. "saçmalama." dedim. o da "tamam saçmalamam." dedi. "iyi" dedim. sonra omzuna yaslanıp uyudum.
uyandığımda son durağa gelmiştim. "gelmiştim" diyorum çünkü bu adam kendi durağında inip gitmişti. herhalde kafamı kaldırmaya kıyamamış, yanımdaki yaşlı bir amcanın omzuna koymuş kendi üstünden kaldırıp. yaşlı amcaya baktım uyanınca, "merhaba." dedim. duymadı. "iyi akşamlar." dedim. onu da duymadı. ben de duymadığı için artık bir şey dememeye karar verdim.
sonra eve geldim. annem "ağzın bira kokuyor." dedi. "içmedim ben." dedim. bunu derken, o an içtiğim sandığım bir bardak su da yere dökülüyordu. ağzımdan bir onbeş metre kadar uzakta tutuyormuşum su bardağını. annem zeki bir insandır, bu ipucundan sarhoş olduğumu kesin anlamıştır. zaten mühendis kendisi.