bir süredir, gelen hiçbir telefonu açmıyor, işe gitmiyordum. izin vermiştim kendime. kimseyi görmek istemiyordum. eve gelen gidenler oluyordu, uzaktan sesler duyunca uyuyor, sonra yine yalnızlığa uyanıyordum. saatin kaç olduğu, günlerden ne olduğu umurumda değildi.
insan hayatın koşuşturmasında öldüğünü fark edemiyordu. oysa ben ölüyordum ve bunun farkındaydım...
Kendinize yakıştıramadığınız ölümü bir doktordan duyuyor olmak, üstelik de bunun çok sıradan bir şeymiş gibi söyleniyor olması, kısacası çok da vaktinizin kalmadığını anlamanız, kalan vaktinizde hayata daha sıkı tutunmanıza neden olmuyordu.
hayatın bir türk filmi olmadığını anlıyordunuz yavaş yavaş.
sabahları erken uyanıp çalar saati 10 dakika sonrasına kurarsın da birazdan çalacak stresiyle uykun olsa da uyuyamazsın ya. Öleceğini bilerek yaşamak tam olarak öyle. yaklaştıkça yaşayamıyorsun, oysa yaşamayı çok istiyorsun.
Yine de umut dünyası, kolay mı vazgeçmek?
Kendinden vazgeçmek kolaydır belki. Bunca insanın birkaç veda cümlesiyle kendini boşluğa bırakması nasıl açıklanabilir ki.
Ama hayallerden vazgeçiyor olmak zor. Kendimden biliyorum.
Yazmanın zor olduğu anlar var insanın hayatında. Anlatmanın, konuşmanın...
Üzüntülerin paylaşılınca azaldığı falan da yok. Bazı şeyleri paylaşmayınca azalıyor. En güzeli işte o azalma anı, unutma anı. Her şey yolundaymış gibi hayatınıza devam ediyor olma anı.