Mevlana kendi döneminde *o zamana kadar pek görülmedik 'farklı' bir din anlayışı ortaya koymuştur. fakat bu din anlayışının temelleri onun çocukluğuna kadar uzanmaktadır. 'bir anda', 'aniden' Şems'i gördü de, hemen değişmedi yani...
birinci cephe, babası Bahaeddin veled'dir. b.veled, belh'de Necmeddin Kübra'nın kurduğu 'kübrevilik' tarikatına mensuptu. Necmeddin kübra her zaman yüzünü 'peçe' ile örter, müritlerine yüzünü göstermezmiş. bu şekilde dünyanın 'geçici' olduğu mesajını verirmiş. biz de şimdi Afganistan'da kadınlara niye zulmediliyor, okutulmuyor, yüzleri bilmem kaç kat örtüyle örtülüyor diye kızıyoruz. adam erkeklere bile peçe geçirmiş, taa ki kadınlar... o devirde tasavvuf dervişlerinden birinin elinde veya üstünde kağıt kalem görürlerse onu 'kınar'larmış. biri beline sıkıştırdığı kağıt kalemle bir gün tekkeye gelmiş, belinde kağıt kalem gören başka bir derviş ona seslenerek 'avret * mahallin görünüyor, hemen ört' demiş. yani adamların kağıt kaleme bile tahammülü yok, okumaya, araştırmaya, okula gitmeye düşmanlığı hiç söylemeye gerek yok...
neyse Bahaeddin veled, belh'te istediği gibi ünlü bir alim (!) olamamanın, dolayısıyla 'Şöhret'in sıkıntılarını yaşıyordu. bir kitap bile yazmamıştı, ama alim olarak bilinmek istiyordu. bir zaman sonra bu hayalleri ona tam istediği gibi bir rüya gördürttü: rüyasında peygamber ona 'bundan sonra sana herkes, sultan'ül ulema (alimlerin sultanı) desin' diyordu. peygamberin bu emrini tuttu -çünkü rüya vahiyin kırkta biriydi ona göre- kendisine 'sultan'ül ulema'dedirtmeye başladı. bu hitap o günün gerçek alimleri ve Fahrettin razi gibi dahi bir filozof tarafından hoş karşılanmadı ve onu sıkıştırmaya başladılar. sen herhangi bir kitap yazmadan, okumadan, araştırma yapmadan, bu cahilliğinle kendine bu lakabı takamazsın dediler... bu olay canını sıktı Bahaeddin veled'in ve 'cahil' bir alim olarak kendine tutunacak bir yer aramak için belh'ten göç etmeye karar verdi. Şam'a uğradı, orada tutunamazdı, her yer medrese kaynıyordu, bağdat desen hiç olmazdı... en sonunda yeni Müslüman olmuş, islam'dan bi-haber olan Anadolu'ya geldi. Erzincan'da bir emirin kızını etkileyerek kendisine medrese yaptırdı ve olmayan bilgisiyle dersler vermeye başladı. sonra karaman, kayseri derken en sonunda başkent Konya'da kendisine bir yer edindi. oğlu Mevlana'yı medresenin başına getirdi. tasavvuf düşüncesi yavaş yavaş medreselere girmeye başladı.
oğlu Mevlana'yı Şam'a yolladı. Mevlana orada 'tasavvuf' kültürüne göre eğitim aldı. ibn-i arabi ile görüştüğü, derslerine katıldığı söylenmektedir. biraz kübrevilik, bir tutam ibn-i arabi, biraz medrese'de dini ilimler... Mevlana az da olsa okuyup araştırıyordu. babasının ölümünden sonra yazıldığı 'sohbet' lerinin toplandığı kitabını nerdeyse ezberlemişti. iki kere erbain çıkardı. (40 gün aç susuz bir yere kapanarak zikir çekmek) bana göre bu erbainler Mevlana'nın üzerinde 'olumsuz' etki bıraktı. psikolojik anlamda yani...az çok okuyordu dedik yaa, şems gelince hepten okumayı bıraktı... dolayısıyla 'aklı' terk etti ve bir şiir kitabı olan 'Mesnevi'yi yazdı.. kendisini 'duygular' esir aldı.
not: Mevlana'nın din anlayışını etkileyen kişileri eklemeye devam edeceğim.