gözlerini söndürme muhtacım
ben senin aydınlığına muhtacım
yepyeni bir ilkbahar harcayıp
bir yaz boğup bir sonbahar harcayıp
rüzgar gülünü arayacağım
oran'da pernanbouc'ta tombuktu'da
vinçler yine akşam indirecekler
gözlerin rüzgarda savrulacak
ikimiz iki sap buğday olsak
sen benim olsan ben senin olsam
bir gece vakti aklına gelsem
uykunu tutsam bırakmasam
seni kucaklasam kucaklasam
birbirimizin kalbini dinlesek
dünyanın kalbini dinlesek
büyük ateşler yaksalar
iki güvercin uçursalar
nerede olduğumuzu bilsek
muhtacım evet. olmuyor ki olmak da neyse artık. tuzu olmayan yemek gibi bir şey galiba muhtaç olduğun bir şeyden eksik yaşamak. alışıyorsun evet. zaten böyle şeylere çabuk alışan bir adamım ben. alışıyorsun ama neye? tatsızlığa, tuzsuzluğa. hayatından çıkıyor böylece belli şeyler. sonrasında ne halt etsen de aradığın o tadı, tuzu bulamazsın. bu haldeyken tek umut ettiğin o tadı unutmamak sanırım. sana acı verse de sürekli hatırında tutmak, yine de onu unutma riskinin yanında bir hiç. mevsimler boyu buna katlanmayı göze almış haldeyim şimdilik yeter ki gözlerindeki aydınlığı hatırımdan alıp götürmesin rüzgarlar.