yıllardır türkiye de milliyetçiler faşistlikle suçlandı. ithamların aslı olup olmadığını kimse takmadı. işin daha da kötüsü bu ithamlarda bulunan çevreler ithamlarının asılsız olduğunun, milliyetçilere haksızlık yaptıklarının farkındaydılar.
hatta bu çevreler atatürkçü olduklarını iddia ettiler. bazen atatürk ü anlamadan atatürkçülük yapmaya, çoğu zaman da sıkıştıklarında atatürkçülük ayağına kuyruğu kurtarmaya çalıştılar.
solculuğu hep batıda gördükleri gibi yaptılar. batıda solcu ağabeylerinin batı milliyetçileri üzerinden geliştirdikleri tezleri can ı gönülden benimsediler.
amma ve lakin türkiye batı değildi. batının solununda sağınında türkiye de işi yoktu. olsa da ancak böyle çakma oluyordu, eğreti duruyordu.
eğer biraz tarih bilseler biraz okuyup düşünseler türkiye nin kendine özgü şartları olduğunu çok rahat anlayabilirlerdi. önlerinde uzun zaman önce değil daha 20 yy başlarında bu işi kavramış bir dahi vardı. ve bu nedenle dahi olmalarına gerek yoktu çünkü mustafa kemal gidilmesi gereken yolu göstermişti. onlara düşen önlerindeki yoldan yürümekti. beceremediler.
gel zaman git zaman ayakları suya ermeye başladı. başladı ama yıllardan beri sıçıp sıvaya geldikleri milliyetçilik kavramına kendilerini yakıştıramadılar.
çözüm basitti. ulusalcılık diye bir zırtapozuk ortaya atıp arkasına saklanmak. deve kuşu kafasını kuma gömünce kendisini kimsenin görmediğini sanırmış. işte o misal.