pırıl pırıl düşleri vardı. hür olsak dediler, eşit olsak dediler. birbirimize sevgiyle baksak, hep dinlesek karşımızdakini, dediğimizin tam zıddını söylese bile gülümsesek, kendi düşündüklerimizi söylesek, taban tabana zıt olsak da, sıcak birer çay içtikten sonra öpüşerek ayrılsak.
insanlar, kendi almadıkları kararlarla yargılanmasa, bir insan, bir bebek, dünyanın ne olduğunu dahi bilmeyen, el kadar bir bebek, sırf gözlerini aynı ülkenin başka bir bölgesinde açtı diye, düşman ilan etmesek.
insanları sevsek, dünyayı sevsek ve elele, hep beraber, insanlığı daha yukarılara taşısak.
işte bu düşünceler öylesine korkuttu ki bazılarını, öyle ya, olur da, ege'nin iki yanındaki insanlar bir farklarının olmadıklarını anlayıverirse? nasıl kazanacaklardı milyar dolarları, ölüm aletlerini iki tarafa da satarak?
kim nasıl iktidarı elinde tutacaktı, farklı bölgelerde doğan, aynı vatanın evlatlarını düşman ilan etmeden?
çok sakıncalı düşleri vardı. barış, dostluk, sevgi. midesi bulandı büyüklerin. yaşları 25'i geçmeyen, üç genci, katlettiler. sonra gurur duydular ve doğanlara anlattılar. böyle gençler vardı, barış dediler, sevgi dediler, bunlar kötü şeyler. sakın onların yolundan gitmeyin, sonunuz onlara benzer. ne yapsın yeni doğanlar. sustular. bazıları o büyüklere benzedi. güzel şeyler isteyen gençleri hainlikle suçladı, kendilerinin ne denli bir batakta olduğunu göremeden.
pırıl pırıl düşleri vardı. ama o düşler, bazılarının cebine girecek dolarlara engel olduğu için katledildiler.
ülkenin alnında kandan, lanet bir leke daha bırakarak.