öncelikle "deniziniz bile yok amuhahahha" şeklindeki alaylara mâruz kalmaktır. işin ilginç tarafı bu alayı edenlerin bir kısmı da denizsiz yerde yaşar. yani denizi olmadığı için dalga (bak dalga dedim deniz hasretindendir ühü) geçilmesi gereken ülkedeki tek şehirde yaşamaktır ankara'da yaşamak.
habire makam araçları görmeye, komutanlık, konsolosluk, devlet daireleri, başbakanlık vb. arasında yaşamaya alışmış olmak ve beraberinde anıtkabir'e 175737537532 kere gitme ihtimalinin olmasıdır.
i. melih gökçek'in yüzünü her gün görmek zorunda olmaktır. otobüslerde, metrolarda, sokak reklam panolarında, afişlerde, bir de;
(bkz: buraya bakarlar)
yabancı bir insanı şıp diye tanımaktır. "abi kızılay'Dan geçer miydi bu?"
kaybolmak için ekstra bir başarının gerektiği şehirde yaşamaktır. tüm yollar aynı yere, kızılay meydanına çıkar. bir de ülke başkentinin ana meydanında yıllardır açılmayı bekleyen yamuk bir bina gölgesinde "acaba torunlar görecek mi" diye iddiaya girmektir burada yaşamak.
hadi ben de pıtırcık bir örnek vereyim. sonbahar'Da sevgiliyle kumrular sokakta yürümektir ankara'Da yaşamak. tüm gürültüyü, kirliliği emen, şehrin göbeğinde olmasına rağmen baş ağrıtmayan, taşlı (gerçi yamuk yumuk) üzerini sarı yapraklar kaplamış kaldırımlarda yürümektir ya da bana öyle geliyo.