ilk kez tren garına girdiğimde gördüm onu. Rayların dibinde telefonla konuşuyordu. Yüzündeki ifade çok mutsuzdu. Ben "intihar falan mı edecek acaba bu gerizekalı" diye düşünürken göz göze geldik. Konuşmayı bırakmış, beni kesiyordu bense sadece ona doğru yürüyordum.
Sonra sola dönüp, içeri girdim. Biletimi aldım. Dışarı çıkmak için kapıyı açtığımda ilk gördüğüm oydu. Kapının sol tarafında dikiliyordu. Ben de sağ tarafa geçip bir sigara yaktım. Defalarca göz göze geliyorduk hatta bazen gülümsüyordum bile ama ikimizde de konuşacak cesaret yoktu. ikinci sigaramı içerken de durum aynıydı.
Üçüncüyü yaktığım sırada gara bir adam girdi, sol kolunun yarısı kesilmişti. ikimiz de ona acıyarak bakıyorken göz göze geldik ve "içim bir kötü oluyor böyle şeyleri görünce" dedi. Ben de aynı durumun bende de olduğunu söyledim. Gülümsedi. Çok tatlı oluyordu gülümsediği zaman. Ardından muhabbete devam ettik. Nerede yaşıyorsun, neden buraya geldin, kaç yaşındasın tarzı klasik sorular soruyorken "neden bu kadar sigara içiyorsun" dedi. Verecek cevap bulamadım, "Sen kullanmıyorsun galiba" dedim. En güzel gülümseyişiyle "yok kullanmıyorum, ben temiz çocuğum" dedi. Ah sen temiz çocuksun da ben temiz kız değilim dedim ama içimden.
Hala küçük gülümseyişlerimize devam ederken tren geldi. Yanına oturmamı teklif etti ancak bu mümkün değildi. Tren ineceğimiz yere geldiği zaman yanıma yaklaşıp "seni bulacağım bekle beni. Nasıl olacak bilmiyorum ama bulacağım. Sosyal medyadan falan belki. Bu arada adın ne?" dedi. "Zombi, senin adın ne?" dedim. "Burak" dedi. Yalnız burakcığım sosyal me diyorken o çoktan rayların öbür tarafına geçmişti. Sosyal medya kullanmıyorum beni nah bulursun tarzı şeyler söyleyecektim ama olmadı. Söylesem de olmazdı zaten. Sonuçta o düzgün bir türk genciydi ben ise pisliğin tekiydim.
işte Tanrı bir milyonuncu kez göstermişti ama vermeyi bırak elletmemişti bile bu sefer.