Filozoflar değişme ve değişmezlik konusu üzerinde dururken,
çoğu zaman konuyu birlik ve çokluk tartışmasını da içine alacak ölçüde
genişletmiş ve değişmezlik ile birlik, değişme ile de çokluk arasında sıkı
bir ilişki görmüşlerdir7. Meselâ, Plotinos (204-270) ilk varlık adını
verdiği Bir’den evreni oluşturan varlıkların çıkışını anlatırken, Bir’in her
türlü değişmeden uzak bir varlık olduğunu söylemekte, değişmeyi ise
O’ndan çıkan varlıkların çokluğu ile başlatmaktadır8. Bu ayırımda,
gerçeklik olarak nitelendirilme noktasında, bir ve değişmez olanın
çokluk ve değişme içinde olan karşısındaki önceliği açıktır.
Buraya kadar Yunan filozoflarından bazılarının değişme ve
değişmezlikle ilgili görüşlerini ele aldık ve gördük ki, Herakleitos’un
dışında kalan filozofların pek çoğu değişmezliği en üst derecedeki
gerçekliğin ayrılmaz bir vasfı olarak görmektedir. En üst derecede
gerçek olan varlık mutlak yetkinliğe sahiptir; mutlak yetkinlik ise elde
edilebilir olan her şeye sahip olmak demektir. Bu durumda, en üst
derecede gerçek olan varlığın herhangi bir kaynaktan bir şey alması,
dolayısıyla da değişmesi sözkonusu olamaz.
Yunan filozoflarının gerçeklik ve değişmezlik arasında kurduğu bu
özdeşliğin, Hristiyan ve islâm kültüründe yetişen teist filozoflar üzerinde
derin etkileri olmuştur. Bu filozoflar, Tanrı’yı en üst derecede kemâl
sahibi bir varlık olarak kabul ettikleri için, Yunan filozoflarının mutlak
gerçekliğe atfettikleri değişmezliği kendi inandıkları Tanrı’ya da
atfetmekte bir an bile tereddüt etmemişlerdir.
Yunan felsefesi ile Hristiyanlık arasında etkisi günümüze kadar
devam etmiş olan ilk karşılaşma, Hristiyan ilâhiyatının kurucularının
başında gelen St. Augustine’in (354-430) Plotinos’un “Enneadlar”ını
okumasıyla başlamıştır. Augustine bu eserde yalnız Plotinos’un
felsefesini değil, Platon, Aristoteles ve Stoalıların bir sentezini de
bulmuştur9. Felsefe ile Hristiyanlığın uygunluğunu gösterme
konusunda büyük çaba harcayan Augustine, Hristiyanlığın Tanrı’sını
felsefe diliyle anlatma yolunu seçince, Yunan düşüncesinin gerçeklik ile
değişmezlik arasında kurduğu özdeşliği, Tanrı ile değişmezlik arasında
kurmakta bir sakınca görmemiştir. Augustine’e göre Tanrı en
mükemmel varlıktır; bu nedenle O’nun değişmesi düşünülemez:
“Değişme içinde olan bir varlık kendi varlığını muhafaza edemez.
Değişmeye maruz bulunan şey, gerçekte hiç değişmemiş olsa bile, sahip
olduğu varlığını kaybedebilir. Bu nedenle, en gerçek anlamda ( in the
truest sense) varlık olarak adlandırılacak şeyin yalnız değişmeyen değil,
hiçbir şekilde değişemez olduğu da kabul edilmelidir