En yakınından birinin, ölümcül hastalığa yakalandığını öğrendiği an. Ölümün en dibinde hissetmesi, o sevdiği insan için elinden duadan başka bir şey gelmemesi, çaresizliğin belki de en dibidir. Bundandır işte allah için "çaresizlerin çaresi" denmesi.
Bu sabah yarı uykulu serviste dışarıyı izlerken çaldı telefonum. 07:25 de hayırlı telefon olmazdı zaten. 11 aylık yeğenim yataktan düşmüş, beyin kanaması teşhisi ile yoğun bakıma alınmış. Ablamın en küçük çocuğu. Son göz ağrımız. Serviste radyoyu susturup telefondaki sese yani anneme odaklandım. Babamın haberi var mı diyebildim sadece. Ağlamamak için dizlerimi sıktım. servisi durdurup indim. Tekrar otobüsle eve dönüp ufak bir çanta hazırladım. Eve gitmeden önce de bilet aldım. Ablam bana 6 saat uzaklıkta. Böyle durumlarda zengin olmadığım için üzülüyorum. ilk uçakla Ablamın yanında olmak isterdim. Yolda her gördüğüm dilenciye sadaka vermek istiyordum. Hatta birine verdim. Dün akşam da birine çok da eski olmayan ayakkabımı vermiştim. Allah'ım yeğenimi annesine ve babasına ve de bizlere bağışla. Nolur bağışla.
Ölüm en çok gençlere ve çocuklara yakışmıyor. Taktir-i ilahî bir şey gelmiyor ki elden. Boş kaldıkça dua eder oldum. Benden al ona ver diye. Ablam bundan önce de 9 aylık bebeğini yitirdi. 2 nci bir yıkıma dayanabilir mi? Allah bilir.
Akşam 6 gibi yanında olacağım. Olacağım olmasına da, o sarılıp ağlayacak. Ben de güçlü biri değilim ki. Hele de duygusal konularda. Dayanamam ki. Dökerim sicim sicim gözlerimden.
Aslında ölümün var olduğu gerçeğini hep bi yerlerinde taşımalı insan. Ona göre kararlar vermeli. Geciktirmemeli mutluluğu. Sonrasındaki pişmanlıklar fayda etmiyor.
Daha bu sabah ayşe Arman'ın köşe yazısında fisun'un vasiyeti adlı yazıyı okumuştum. Linki burada;