mevlana

entry1374 galeri video9
    1059.
  1. MEVLANA’NIN ESERLERiNDE ‘AŞK’

    Mevlana’nın eserlerinden içinde ‘aşk’ geçen (sadeleştirilmiş dille) bir kaç dize aktararak, Mevlana’nın ‘aşk’ı nasıl tanımladığını anlamaya çalışalım:

    “Tövbe bir kurtcağızdır, aşksa ejderhaya benzer.Tövbe halkın sıfatıdır, aşksa yaradanın sıfatı.Aşk kimseye niyazı ve ihtiyacı olmayan yaradanın vasıflarındandır./Ondan başkasına aşk, altınlarla bezenmiş bir güzelliktir. Görünüşü nurdur, fakat için dumandır.” (Mesnevi C.6, 970)

    “Yaradının hikmeti ezelde bizi birbirimize aşık etti. O’nun ezeli hükmüne göre kainatın bütün zerreleri çift çifttir ve her cü’üde kendi çiftine aşıktır.” (Mesnevi, C. 3, 4400)

    “Bu birlikte alem beka bulsun diye yaradan erkekle kadına da birbirlerine meyil verdi. (…) iki cinsin birleşmesinden bir şey doğar, bir şey vücut bulur.” (Mesnevi, C. 3, 415)

    “Aşk öyle bir fazilettir ki, insanı faziletler sahibi yapar. Fakat insan bu haddinden fazla dileyiş yüzünden hem pek zalimdir, hem de pek cahil.” (Mesnevi, C. 3, 4672)

    “Aşk büyüklere baldır, çocuklara süt. O her gemiye yüklenen ve geminin ağırlığından fzla olduğu için batmasına sebep olan son yüktür.” (Mesnevi, C. 3, 4672)

    “Aşık, gece gündüz gah çadır yerlerinde kalan çerçöpe, gah harebelere hitap eder.” (Mesnevi, C. 3, 1345)

    “Aşıkın gıdası ekmeksiz ekmeğe aşık olmaktır./Aşkında doğru olan kişi, varlığa bağlanmaz./Aşıkların varlıkla işi yoktur. Aşıklar karı sermayesiz elde ederler./Kanatları yoktur, alemin etrafında uçarlar./Elleri yoktur topu meydandan kaparlar.” (Mesnevi, C. 3, 3020)

    “Aşıklara her yanışta bir yanış vardır./Yıkık köyden haraç, öşür alınmaz.” (Mesnevi, C. 2, 1763)

    “Ey aslı nesli belli kişi, bu edeplilikle edepsizliği bir birine uygun bil./Zahirine bakarsan edepsiz gibi görünür./Çünkü başında aşk davası vardır.” (Mesnevi, C. 3, 3680)

    “Aşk bir denizdir, gökyüzü bu denizde bir köpük/Aşk Yusuf’un havasına kapılan Züleyha gibi insanı hayran eder/Gönüllerin dönüşünü aşktan bil/Aşk olmasaydı dünya donar kalırdı/Aşk olmasaydı nerden cansız bir şey nebata girer, onda mahvolurdu?/Büyüyüp yetişen nebatlar nerden kendilerini canlılara feda ederlerdi?/Ruh nasıl olur da o nefese feda olurdu/Onun esintisinden Meryem gebe kalırdı?” (Mesnevi, C.5, 3853)

    ŞEMS iLE MEVLANA’NIN ‘AŞK’I

    Bu ve benzeri dizelerden görüldüğü gibi Mevlana için ‘aşk’ kelimesinin kapsamı çok geniştir. Bazen tanrı aşkı, bazen beşeri, bazen cismani aşk, bazen hepsi birden. Bazen biriyle başlayıp diğeriyle biter. Kısacası Mevlevi için ‘aşk’ şudur deyip çıkmak kolay değil. Lafı uzatmadan Mevlana ile Şems arasındaki ‘aşk’ın mahiyetini merak edenlere cevap vermeye çalışalım.

    Girişte sözünü ettiğim yazıda da anlatmıştım, biraz daha genişleterek tekrarlayayım. Mevlana’nın hayatı, 1244 yılının Konya'nın ünlü Şekerfuruşan (Şeker tacirleri) Hanı’nın (bazı kaynaklara göre Pirinçciler Hanı) kapısında baştan ayağa karalar giymiş bir gezginle tanıştığında radikal biçimde değişecektir. Bu siyahlı gezginin adı Tebrizli Şems idi. Karşılaştıklarında Şems 60 yaşında, Mevlana 37 yaşındaydı. Şems’ten önce Mevlana binlerce insanın izlediği örnek bir imamdı. Şems’le karşılaştıktan sonra bu sıra dışı ve geleneklere meydan okuyan biri oldu. ikili, Mevlana'nın seçkin müritlerinden kuyumcu esnafından Selahaddin Zerkub'un hücresine gittiler ve ‘halvet’ (iki kişilik kesin bir yalnızlık içinde) oldular. Bazı kaynaklara göre 40 gün, bazılarına göre üç ay, bazılarına göre altı ay sürdü bu ‘halvet’. Ardından Mevlana, müritlerini şaşkına çeviren bir kararla medresenin ve evinin kapılarını kapadı ve ‘gönül eğitimi’ adını verdiği sürece girdi.

    ŞEMS’iN KAYBOLUŞU

    Günlerini Şems ile sohbet etmekle geçiren Mevlana’ya karşı, gerek ailesi gerekse öğrencileri başlangıçta serzenişlerde bulunurken zaman içinde bu çevrelerde Şems’e karşı bir kin oluşmaya başladı. Halk da Mevlana'ya Tebrizli Şems geldikten sonra ders ve vaaz vermeyi bıraktığı, sema ve raksa başladığı, fıkıh bilginlerine özgü kıyafetini değiştirip Hint alacası renginde bir hırka ve bal rengi bir külah giydiği için kızıyordu. Büyüyen tepkiler dolayısıyla Şems, 1 Mart 1246’da (yani karşılaşmalarından 15 ay 20 gün sonra) Konya’dan ayrılıp Şam’a gitti. Ancak Mevlana bu ayrılığa dayanamadı. Şems’e sürekli mektuplar yazdı.

    Sonunda babasının haline dayanamayan oğlu Mehmed Bahaeddin (Sultan Veled) Şam’a gidip Şems’i buldu ve Konya’ya getirdi. Kaynaklara göre ‘Bahr-i Farisi’ (iran denizi) ile ‘Bahr-i Rumi’nin (Rum/Anadolu denizi) kavuşması 1247’de idi. Ancak ilkine benzer tepkilerin ortaya çıkması gecikmedi. Çünkü Mevlana sema ve raksa devam ediyor, yaslıların giydiği siyah renkli giysileri giyiyordu. Meyhanelerden destilerle şarap getirip içiyordu. Üstelik bu alemlere karısı ve oğlunu da dahil ediyordu. Küçük oğul Alaeddin bunları duyunca zıvanadan çıktı. Şems 1247 yılının sonunda esrarengiz biçimde ortadan kayboldu. Döneme dair önemli bir kaynak olan Ahmed Eflaki’ye göre ise Mevlana’nın oğlu Alaeddin ve arkadaşları tarafından öldürüldü. Şems’in cesedinin bulunmamasından dolayı öldüğüne bir türlü inanmayan Mevlana (ki Şems’in geleceğini hisseden birinin öldüğünü hissetmemesi garipti) Şems’i aramak üzere 1247 ila 1249 yılları arasında dört kere Şam’a gitti. Mevlana sonunda umudunu kesip Konya’ya döndü. Ancak Şems’ten sonra klasik medrese eğitimine devam edemedi. Şems’in kayboluşunun 40. Gününde başına duman rengi bir sarık saran ve Yemen ve Hint kumaşından bir ferace giyen Mevlana bu giysileri ölünceye kadar üzerinden çıkarmadı. Büyük kaybının acısıyla yaptığı semalar öylesine cazibeliydi ki birçok kişi onun semasının arkasından gitmeye başlayınca Sünni ulema iyice kızmaya başladı. Sema bidat sayılmaya başladı.

    Hikaye böyle devam ediyor. Konumuza dönersek, acaba Şems Mevlana’ya ne öğretti de kendisine böyle bağladı? Buna cevap vermek bu yazının boyutu aşar. Ama Mevlana ile Şems arasında yalnızca ruhsal bir ilişki mi vardı yoksa aynı zamanda tensel bir ilişki de var mıydı sorusu son derece meşrudur çünkü öncelikle o dönemde eşcinsellik hem gerçek anlamda yaygındı hem de mecazi anlamda çok revaçtaydı. Mesela Mevlana ve Şems’in çevresindekilerden Evheddin Kirmani adlı bir Türk Sufi, oğlanlara düşkünlüğüyle tanınırdı. Öte yandan Şems ve Mesnevi’nin şiirlerinde de eşcinsel imgeler bol bol kullanıyorlardı. Örneğin Şems’in şu satırlarını okuyan birinin aklına eşcinselliğin gelmesi şaşırtıcı olabilir mi: “ Seni nasıl incitebilirim? Ayağına bir öpücük kondurayım desem korkarım ki kirpiklerimin dikeni ayağına batar da rahatsız eder.” (Makalat, 99-100) “Düşünmüyor musun ki. Benim bu eve yol bulmaklığım kendi kadınıma kavuşmaklığım gibi Cebrail’den gelen bir gayret yüzündendir.” (Makalat, 661) Veya şu satırlar: “Tebrizli Şems altmışından sonra cilveler göreyim, işveler seyredeyim diye , beni yeniden gençleştirdi.” (Muvahhid, 127-128)

    ŞEMS’iN MEVLANA’YA BAKIŞI

    Evet bu dizelerde ruhsal ve tensel aşk birbirine karışmış görünüyor ama böyle bir karışım varsa da bunun Mevlana cephesinden gelmesi daha olası, çünkü Şems’in şu satırları aralarındaki ilişkinin niteliğini daha iyi anlatıyor sanki: “Mevlana’ya önce onun şeyhi olmayacağımı bilerek geldim. Allah Mevlana’nın şeyhi olabilecek birini daha dünyaya getirmemiştir. O kişi ölümlü biri olamaz. Fakat ben mürit olacak biri de değilim. Bu artık bana göre değil. Dostluk ve gönül ferahlığı için geliyorum. Böyle olmalı ki nifaka ihtiyaç duymayayım. Peygamberlerin çoğu niyetlerini gizlemiştir...” (Makalat, 777) “Karşımda beni dinlerken, kendini iki yaşındaki bir çocuk, islama dair hiçbir şey bilmeyen yeni bir mühtedi gibi sayar kendini. Bu ne muhteşem bir uysallıktır!” (Makalat, 730) “Hayatımızın ne şekilde müşterek olacağının belli olmasına ihtiyacım var. Kardeşlik ve dostluk mu, yoksa Şeyhlik ve müritlik mi? Bundan hoşlanmıyorum. Öğrenci öğretmen?” (Makalat, 682)

    Öte yandan gerek Mevlana, eşcinsellik hikayeleriyle tanınan Evheddin Kirmani’den “dünyaya kötü bir miras bıraktı” diye bahsederken, Şems de onun hakkında olumsuz imalarda bulunur. Yine bu ikili yazılarında müritlere uyuşturucudan ve livatadan uzak durmalarını tavsiye ederler. Elbette bütün bunlar Mevlana ve Şems’in ilişkilerinin sadece ruhsal olduğunu kabul etmemizi de sağlamaz. Peki sadece ruhsal olmasa tensel olsa bu ayıp mıdır? Bence hayır. Osmanlı döneminde eşcinsellik tarihine dair “Elinde tesbih, evinde oğlar, dudağında dua” başlıklı yazımı (okumak için tıklayın) okuyanlar eşcinselliğin tarihimiz boyunca çok yaygın ve saygın olduğunu görürler.

    AYŞE hür / Radikal gazetesi
    0 ...