Yahya Kemal için istanbul neyse benim için de göksun'un ondan aşağı kalır yanı yoktur. Hangi sokağında geçen hangi anımı anlatsam bilemiyorum. Göksun çoçukluğum, ilk gençliğim, saflığım... ömrüm boyunca burada geçirdiğim günleri özleyeceğim; malesef bir daha o günlere dönüş yok.
Hastanenin çarşıya bakan tarafındaki banklarında aylak aylak oturmayı özleyeceğim.
Tepebaşı'na ulu cami'nin yanındaki yokuştan bisikletle çıkarken kan ter içinde kalıp, inerken ise yüzümü yalayan o rüzgârın beni ferahlatışını hiç unutmayacağım.
Rüyam, köşem, divan ve manolya pastanelerinden hangisinin dondurmasının daha güzel olduğunu tartıştığımız o yaz gecelerini unutmayacağım(Son gittiğimde rüyam pastanesi yoktu, yıllar olmuş kaldırılalı, yerinde yeller esiyordu, yazık olmuş çoçukluğum gitmiş gibi üzüldüm).
istiklal ilkokulu'nda okurken okulun karşısındaki atatürk parkının duvarlarına oturup meybuz somurmayı hiç unutmayacağım.
Babamla birlikte küçükken öğretmenevine traş olmak için her geldiğimde okey, tavla ve iskambil kartlarını keşfedişimi ve onlarla oynayan insanlara tekrar ber tekrar şaşırışlarımı unutmayacağım. o insanların bize(benim gibi öğrencilere) ders vermeye gelen "hocalar" olduğunu zihnimde tekrarladıkça öğretmenlerden beklentilerimin azalışını unutmayacağım.
köşem pastanesinin yanındaki köşem markete çoçukluk aklıyla bir heves edip hırsızlık yapmak için girişimizi de unutmayacağım. ellerim terleyerek etrafa bakmış ne çalacağımı bilememiştim. En sonunda hırsızlık yapmazsam cesaretimin olmadığını arkadaşlarım düşünür diye bir tane sakız çalmıştım. geçen senelerde gittiğimde marketin sahibine yaptığım o hırsızlıktan bahsedip helallik istemiştim diye hatırlıyorum.
babam bisiklet aldıktan sonra anadolu lisesinin arka taraflarındaki asfaltta bisikletle saçma sapan zikzaklar çizmemi unutmayacağım. Hatta her gidişimde bisiklet bulup tekrar oraya gidip o saçma zikzaklar çizişimi bir ritüel gibi yapmaya çalışıyorum.
buradaki en çok sevdiğim ve en çok nefret ettiğim yere gelecek olursam: orası tabiki ilçe otogarı. 13-14 yaşımda oradan ayrılırken otogardan çıkar çıkmaz ağlamaya başlamıştım. Dağları, santralin girişini, halı sahayı, yürüyerek gidip geldiğimiz o mehmetbey yolunu gördükçe kendimi hiç tutamadım. O gün o ayrılığın aslında ömürlük olduğunu anlamıştım. Pınarbaşı'na gelene kadar aralıklarla ağlamıştım... pınarbaşı'ndan sonra kendime geldim yavaş yavaş...
aradan geçen onca seneye rağmen hâlâ oraya her gittiğimde dönerken gözyaşlarımı tutamıyorum. Giderken ise pınarbaşı'ndan sonra zaman geçmek bilmiyor. Sanki göksun bir sevgili gibi cisimleşiyor da ben ona kavuşmanın heyecanıyla doluveriyorum. Otobüs rampayı aşıp kireç dağı görününce benim heyecanım kat kat artıyor. Şu an bunları göksun'a ithafen 1000 kilometre öteden yazarken bile heyecanlanıyorum. inşallah bir kaç gün de olsa bu yaz da gidebilirim memleketime...