Ravalpindi'deki canlı bomba da, hani yani bula bula yılın tam son haftasını buldu Benazir Butto'yu öldürmek için.
Şöyle hafif sabun köpüğü gibi cümlelerle oynaşmak yerine; kanlı bir insan çöplüğüne benzeyen Pakistan'a mandallanmak da, iş mi yani yılın neredeyse son gününde?
* * *
Benazir Butto da; babasının asıldığı, bir erkek kardeşinin öldürülüp, ötekinin zehirlendiği ve kendisinin dahi başbakan olur olmaz hemen bir bakanlık verdiği kocasıyla, binbir yolsuzluğa bulaştığı iddialarından ötürü kaçar gibi gitmek zorunda kaldığı Londra'dan, neden kalkıp Pakistan'a geri döner ki?
* * *
Pakistan'a geri döneceğine, bizim Fenerbahçe Parkı'na gelse ve Park'ın girişindeki kestaneciden, cebe sığacak kadar küçük bir kesekâğıdı içinde sıcacık kavrulmuş kestaneler alsaydı.
* * *
Kestanelerden birini yerken, ötekini de 3'e bölüp, kargaların arasında zıp zıp zıp dolaşan serçelerle sığırtmaçlara atsaydı.
Ve kış güneşinin altında uzanıp giden azıcık gölgeli Marmara'yı seyretseydi o güzelim mahzun bahçelerden.
* * *
Ola ki bizlere de rastlardı ve bendeniz kendisine, Yahya Kemal'den mısralar okurdum:
Gruba karşı bu son bahçelerde keyfince,
Ya aşk içinde harap ol, ya şevk içinde gönül...
* * *
Sonra da etli şaraplı, kadınlı kahkahalı kafeteryalardan birine giderdik ve karşılıklı tokuştururduk kadehlerimizi.
* * *
Pakistan'daki 15 bini aşkın medresede; yaşarken nasıl geçineceklerini hiç düşünmeyen milyonlarca genç öğrencinin, salt cennetmekanlığı hak etmeye odaklanmışlığından hiç konuşmazdık.
* * *
Onlar, küreselleşme sürecinde "ulus-devlet" modelinin aşılmakta olduğundan da habersizdiler; "burjuva enternasyonalizmi"nin, evrensel ekonomiyle nasıl bütünleştiğinden de; "üretim saltanatı"nın "yönetim saltanatı"na ağır basmaya başladığından da...
* * *
Medreselerdeki öğrenciler; etli şaraplı, kadınlı kahkahalı sofraları "kefere takımı" olarak görüyor ve o takımdan olanlar, cennetmekânlığı hak etmedikleri için de; kendilerine karşı "cihat" ilan edip, bir an önce Kevser şarabı ile hurilere kavuşmayı güvence altına almak istiyorlardı.
* * *
Sadece öldükten sonra cehennemde değil, yaşarken de cezalandırılmalıydı "kefere takımı"...
* * *
Bir çeşit bilinçsiz "sınıf çatışması"na benzeyen, bir öfke kabarmasıydı medreselerde okuyan gençlerinki...
Zengin bir hayata kavuştukça da ılımanlaşacaklardı ama, kimbilir kaç kuşak sonra?
* * *
Afganistan, Pakistan, Irak, Suriye, Lübnan, Filistin...
Ve TIR kamyonlarına balık istifi gibi doldurulan kaçak göçmenler...
Bazılarının da, insan kaçakçılarının tuzağına düşüp, bindikleri küçük teknelerin batmasıyla denizde boğulmaları...
* * *
Kendini de patlatıp intihar eden canlı bomba, neden yılın son haftasında gerçekleştirdi ki o suikastı?
Gerekli miydi böyle bir konu üstünde, 21. yüzyılın boyutlarıyla seksek oynamak?
* * *
Fransa Cumhurbaşkanı Sarkozy'nin, aynı zamanda sıradan bir kişi olduğunu da kanıtlamak istercesine, sevgilisiyle el ele Mısır'da dolaşması gibi; Benazir Butto da Fenerbahçe Parkı'na gelseydi.
Ben de ona vaktiyle babaannemin anlattığı bir fıkrayı anlatsaydım.
* * *
Kürd'ün biri at üstünde bilmediği bir kente doğru giderken, birden sıkışmış.
Attan inmiş ve atını oralarda gördüğü bir kazığa bağlamak istemiş. Kazık sandığı şey ise bir köstebekmiş, hemen toprağa girmiş.
* * *
Pantolonunu indirip rahatladıktan sonra da, bir tutam ota silinerek temizlenmeye kalkmış.
Eliyle uzanıp kopardığı otlar da, ısırgan otuymuş; kıçı iyice yanmış.
* * *
Sinirlenerek ayağa kalkan Kürt, gitmekte olduğu yer için teşhisini koymuş hemen:
- Ne oti ot, ne kazugu kazug!
* * *
Benazir Butto da sanırım anlardı, yaşanacak gibi olmayan yerlerin nereleri olduğunu; oralarda "yönetim saltanatı"nı ele geçirmenin de, pek bir işe yaramayacağını ve "üretim saltanatı"nın ağır basmaya başladığı bir çağda, belalardan belalara sürüklenileceğini...
* * *
Üstünde patlattığı bombayla kendi de yok olup giden bir suikastçının kurşunlarıyla, Benazir Butto da kopuverdi işte hayattan; 2008'i bile kutlayamadı, yazık.