altını ben çizdim eylülün, sonbaharlar arasında.. (a.b.ç.)
hiç deniz görmemiş bir nehrin saflığı
sözlüklere geçirirken yeni bir kelime niyetine bakışlarını,
ah tabii ki gecenin elementini bulan bir soytarıydım
asit gibi yaklaşırdım sevgilinin bazına
dağ tavşana sokulurdu, yılan suya
kendi söküğünü dikemeyen terzi
iğneyi makaraya nasıl saplarsa sinirle, örneğin
aynı maceraya düşmüş süpermanle örümcek adam
aynı aşka düşmüş iki senarist:
biri filmlerin son diyaloglarında, biri ilk diyaloglarında zorlanan!
altını ben çizdim sabırsızlığın, kemirilirken etimin (a.b.ç.)
en müstesna köşelerinde lise üçten terk, evki küçük kızlar!
pijamalı, göbekli babalar: rakının yanında mutlaka şalgam suyu içen.
ruh hastası anneler: bütün gün ya mutfakta, ya camda, ya komşuda..
bütün gün açık televizyon, bütün gün uyuyan hamamböcekleri,
bütün gün sokağı bir baştan bir başa dolaşan aylak ihtiraslar!
bütün gün'lerin hayata düşen tasası!
tezgâhtaki ölü balıkla satıcısı arasındaki o ince keskin bıçak yarası
bir memesinde dağ, bir memesinde sarnıçlar taşıyan yeryüzü!
yeryüzü: köklü halkların tabiat süsü!
rölfeyler, heykeller: deniz kenarlarında şehirlerin..
kuleler, köprüler: insan içine çıkamayan!
ölüm, korkunun aşka düşen görüntüsü!
uzaya doğru çekilen harfler
kitaplardan, aşk mektuplarından, yarı açık ceza evi ağızlardan!
bir çam ormanının kozalaklarla kurduğu telefon bağlantısı
karısını öldüren adam, abisini ihbar eden kızkardeş
kadehin dibine korkuyla yapışan salyangozlar
ringte iki boksör: biri geçmişim, biri geleceğim
ben ortada mutsuz bir hakem..
"önce saçlarını gördüm, saçlarını taradım
saçlarından sonrasını hatırlamıyorum!"
serserilik lisansı olan bir kadından konu açıyorum
avukatı gelene kadar aşk hakkında konuşmayacağını söyleyen!
rahat sevişebilmek için göğüslerini kestirmiş bir kadından
rakı içen, tesbih çeken, kaşmiş üstünde sevişen,
dudaklarını ruj yerine vişneyle boyayan
love story'leri sevmeyen bir kadından!
sarı bir plymouth'u var haftabaşların postahane önüne çektiği
torpido gözünde tevfik beyin kırık neyi..
bagajda delik deşik turuncu iç çamaşırları
en adisinden bir şişe tütün kolonyası,
yol haritaları ve
eski bir sevgiliden kalma yükseklik korkusu!
hava muhalefeti nedeniyle alkolik olan bir kadından konu açıyorum
babası komünist: yirmi yıl yatmış
yirmi yıl yattıysa elli yıl, yüz yıl, yüzyıllar uyanmış işin doğrusu
ufak bir dükkânı varmış sirkeci'de
hani şu saat kayışı, çakmak, iskambil kâğıdı satanlarından,
yürek kadar dar, yürek kadar geniş bir dükkân!
baba ise
polislerin şüphelenecekleri kadar güzel gülümseyen bir adam..
o zamanlar henüz yirmi beşinde
annesi lise üç'ten terk, evli küçük kızlardan!
türkan şoray'ın mor eşarbıyla evli, ayhan işık'ın çapkın bakışlarıyla..
evde akşam yemeğinde selma güneriyle, dışarda bakkalda
orhan günşiray'la evli bir küçük kız! içten içe alevi!
camdan, neşeden, buhardan!
lise üç'ten terk demiş miydim, evet, demiştim
lise üç'e kadar karneleri hep dayı dayağından!
karşılaşmışlar bir şekilde, kızın yüzünü çil basmış buram buram
oğlanın soluğu sakız
işte, aileler girmiş araya, gelmelerdi gitmelerdi derken
şiddetli bir eylül öğleden sonrası beyoğlu evlendirme dairesi-
ne teğet geçen bir nikâhla
her yerlerinden yapışmışlar!
ikisi de utanmışlar badem şekeri dağıtamadıkları için
davetiyeler oyal marka zarflarda, en ucuzundan!
kadın, annesinin rahmine
gerdek gecesi düşmüş büyük bir gürültüyle
sanırım altıncısında!
aksilik bu ya, doğumu sırasında baba içerde
rus malı tabaka bulmuş dükkânda polis
anne can vermiş ameliyathane masasında!
azra koymuşlar bebeğin adını!
gözleri mavinin soğuğu, saçları siyah, teni beyaz!
okyanuslar, bakışlarının kötü birer taklidi
fırtınalar saçlarına hayran
teni cami avluları gibi huzur verici, sessiz ve hüzünlü biraz!
bambaşka masallarla büyümüş azra
darbeler yapılan memleket hikâyeleriyle, idamlarla, kahpelerle
filtresiz bafra götürürmüş görüş günlerinde babasına
sigara paketlerinin içine sakladığı nâzım mısraları
elbette güç olmuş, umut olmuş belli bir zaman adama!
gel gelelim, baba da sizlere ömür yine bir eylül akşamında!
yağmurun altında kalıp da ölen babalar kadar
acı bir şey yoktur bu dünyada!
satıp sirkeci'deki dükkânı
sarı bir plymouth almış azra on dokuzunda!
jilet gibi bir araba! sarı kısrakkk gibi bir araba!
bir devrim sabahı kadar hızlı bir araba!
istanbul bu! sustalının açılırken çıkarttığı ses kadar
faydası yoktu korkuya, yalnızlığa!
yollar çeker insanı
uzaklaştıkça ölümden, ölü şehirlerden
yaklaştıkça küçük hayatların kıyısına
ah azra! yine bir eylül akşamı girmiş
papatya tarlalarının arasından bu yeni kuş yuvasına!
haftabaşları postane önüne çekerdi arabasını azra
castro'ya yazdığı mektupları atardı
ilk aşkına yazdığı mektupları atardı kapının önünde yere!
ben onun saçlarını görürdüm, saçlarını tarardım gözlerimle
saçlarından sonrasını hiç hatırlamadım bir daha ömrümde!
azra'nın başından geçenleri
kaldığım pansiyonun sahibi anlattı,
uzaktan bir piyano sesi duydum sanki
chopin çalıyordu biri bu garip anadolu kasabasında;
gazeteciydim meraklıydım
lacivert bir devedikeniydim belalı basında.
ayağa kalkıp sonbaharı, eylülü kokladım
azra, dedim, azra olsun benim de doğacak kızımın adını
altını çizdikçe bunların
üstü açık kaldı acının:
acıya da bir kafiye uyduracaktım
gece bitti
aşk bitti
kin bitti
azra'ya söylenecek söz
kendi kadrime kıymet bulamadım!