azra

entry19 galeri
    7.
  1. altını ben çizdim eylülün, sonbaharlar arasında.. (a.b.ç.)
    hiç deniz görmemiş bir nehrin saflığı
    sözlüklere geçirirken yeni bir kelime niyetine bakışlarını,
    ah tabii ki gecenin elementini bulan bir soytarıydım
    asit gibi yaklaşırdım sevgilinin bazına
    dağ tavşana sokulurdu, yılan suya
    kendi söküğünü dikemeyen terzi
    iğneyi makaraya nasıl saplarsa sinirle, örneğin
    aynı maceraya düşmüş süperman’le örümcek adam
    aynı aşka düşmüş iki senarist:
    biri filmlerin son diyaloglarında, biri ilk diyaloglarında zorlanan!

    altını ben çizdim sabırsızlığın, kemirilirken etimin (a.b.ç.)
    en müstesna köşelerinde lise üçten terk, evki küçük kızlar!
    pijamalı, göbekli babalar: rakının yanında mutlaka şalgam suyu içen.
    ruh hastası anneler: bütün gün ya mutfakta, ya camda, ya komşuda..
    bütün gün açık televizyon, bütün gün uyuyan hamamböcekleri,
    bütün gün sokağı bir baştan bir başa dolaşan aylak ihtiraslar!
    bütün gün'lerin hayata düşen tasası!
    tezgâhtaki ölü balıkla satıcısı arasındaki o ince keskin bıçak yarası
    bir memesinde dağ, bir memesinde sarnıçlar taşıyan yeryüzü!
    yeryüzü: köklü halkların tabiat süsü!
    rölfeyler, heykeller: deniz kenarlarında şehirlerin..
    kuleler, köprüler: insan içine çıkamayan!
    ölüm, korkunun aşka düşen görüntüsü!
    uzaya doğru çekilen harfler
    kitaplardan, aşk mektuplarından, yarı açık ceza evi ağızlardan!
    bir çam ormanının kozalaklarla kurduğu telefon bağlantısı
    karısını öldüren adam, abisini ihbar eden kızkardeş
    kadehin dibine korkuyla yapışan salyangozlar
    ringte iki boksör: biri geçmişim, biri geleceğim
    ben ortada mutsuz bir hakem..

    "önce saçlarını gördüm, saçlarını taradım
    saçlarından sonrasını hatırlamıyorum!"
    serserilik lisansı olan bir kadından konu açıyorum
    avukatı gelene kadar aşk hakkında konuşmayacağını söyleyen!
    rahat sevişebilmek için göğüslerini kestirmiş bir kadından
    rakı içen, tesbih çeken, kaşmiş üstünde sevişen,
    dudaklarını ruj yerine vişneyle boyayan
    love story'leri sevmeyen bir kadından!
    sarı bir plymouth'u var haftabaşların postahane önüne çektiği
    torpido gözünde tevfik bey’in kırık neyi..
    bagajda delik deşik turuncu iç çamaşırları
    en adisinden bir şişe tütün kolonyası,
    yol haritaları ve
    eski bir sevgiliden kalma yükseklik korkusu!

    hava muhalefeti nedeniyle alkolik olan bir kadından konu açıyorum
    babası komünist: yirmi yıl yatmış
    yirmi yıl yattıysa elli yıl, yüz yıl, yüzyıllar uyanmış işin doğrusu
    ufak bir dükkânı varmış sirkeci'de
    hani şu saat kayışı, çakmak, iskambil kâğıdı satanlarından,
    yürek kadar dar, yürek kadar geniş bir dükkân!
    baba ise
    polislerin şüphelenecekleri kadar güzel gülümseyen bir adam..
    o zamanlar henüz yirmi beşinde
    annesi lise üç'ten terk, evli küçük kızlardan!
    türkan şoray'ın mor eşarbıyla evli, ayhan işık'ın çapkın bakışlarıyla..
    evde akşam yemeğinde selma güneri’yle, dışarda bakkalda
    orhan günşiray'la evli bir küçük kız! içten içe alevi!
    camdan, neşeden, buhardan!
    lise üç'ten terk demiş miydim, evet, demiştim
    lise üç'e kadar karneleri hep dayı dayağından!
    karşılaşmışlar bir şekilde, kızın yüzünü çil basmış buram buram
    oğlanın soluğu sakız
    işte, aileler girmiş araya, gelmelerdi gitmelerdi derken
    şiddetli bir eylül öğleden sonrası beyoğlu evlendirme dairesi-
    ne teğet geçen bir nikâhla
    her yerlerinden yapışmışlar!
    ikisi de utanmışlar badem şekeri dağıtamadıkları için
    davetiyeler oyal marka zarflarda, en ucuzundan!

    kadın, annesinin rahmine
    gerdek gecesi düşmüş büyük bir gürültüyle
    sanırım altıncısında!
    aksilik bu ya, doğumu sırasında baba içerde
    rus malı tabaka bulmuş dükkânda polis
    anne can vermiş ameliyathane masasında!

    azra koymuşlar bebeğin adını!
    gözleri mavinin soğuğu, saçları siyah, teni beyaz!
    okyanuslar, bakışlarının kötü birer taklidi
    fırtınalar saçlarına hayran
    teni cami avluları gibi huzur verici, sessiz ve hüzünlü biraz!
    bambaşka masallarla büyümüş azra
    darbeler yapılan memleket hikâyeleriyle, idamlarla, kahpelerle
    filtresiz bafra götürürmüş görüş günlerinde babasına
    sigara paketlerinin içine sakladığı nâzım mısraları
    elbette güç olmuş, umut olmuş belli bir zaman adama!
    gel gelelim, baba da sizlere ömür yine bir eylül akşamında!
    yağmurun altında kalıp da ölen babalar kadar
    acı bir şey yoktur bu dünyada!

    satıp sirkeci'deki dükkânı
    sarı bir plymouth almış azra on dokuzunda!
    jilet gibi bir araba! sarı kısrakkk gibi bir araba!
    bir devrim sabahı kadar hızlı bir araba!

    istanbul bu! sustalının açılırken çıkarttığı ses kadar
    faydası yoktu korkuya, yalnızlığa!
    yollar çeker insanı
    uzaklaştıkça ölümden, ölü şehirlerden
    yaklaştıkça küçük hayatların kıyısına
    ah azra! yine bir eylül akşamı girmiş
    papatya tarlalarının arasından bu yeni kuş yuvasına!

    haftabaşları postane önüne çekerdi arabasını azra
    castro'ya yazdığı mektupları atardı
    ilk aşkına yazdığı mektupları atardı kapının önünde yere!
    ben onun saçlarını görürdüm, saçlarını tarardım gözlerimle
    saçlarından sonrasını hiç hatırlamadım bir daha ömrümde!

    azra'nın başından geçenleri
    kaldığım pansiyonun sahibi anlattı,
    uzaktan bir piyano sesi duydum sanki
    chopin çalıyordu biri bu garip anadolu kasabasında;
    gazeteciydim meraklıydım
    lacivert bir devedikeniydim belalı basında.

    ayağa kalkıp sonbaharı, eylülü kokladım
    azra, dedim, azra olsun benim de doğacak kızımın adını

    altını çizdikçe bunların
    üstü açık kaldı acının:

    acıya da bir kafiye uyduracaktım
    gece bitti
    aşk bitti
    kin bitti

    azra'ya söylenecek söz
    kendi kadrime kıymet bulamadım!

    kucuk iskender - gozya$larim nal sesleri'nden..
    mayıs – haziran 1999
    5 ...
  1. henüz yorum girilmemiş
© 2025 uludağ sözlük