evrim teorisinin çürütülmesi

entry82 galeri
    67.
  1. peşin edit : adnan oktar bir şarlatandır. tek savunma mekanizmanız adnan oktarcılıkla suçlamak olduğu için baştan bu adamın şarlatanlığını vurgulayalım. bizimde bir kedimiz var elbet ama onu ortalığa saçmıyoruz adnan oktar gibi. onun gerçek ilgi alanı bu.

    şimdi başlayalım. ne diyor evrimci kardeşler? 2 tane stabil söylemleri vardır bunların.

    1-evrim tek bir teori değildir, teoriler bütünüdür ve içinde çöken de ispatlanma ihtimali yüksek olan da bir sürü teori vardır.

    2-her tartışma ortamında evrim ispatlanmış gibi konuşurlar. hiç birşey bilmeyen insan bunların söylemlerine bakarak evrimi bilimsel bir gerçek sanır.

    öncelikle yineleyelim. evrim ispatlanmış, bilim camiası tarafından her şeyiyle kabul görmüş bir gerçek değildir. sadece ispatlama çabaları sürmektedir.

    bir söylemlerini kabul ederim ki o da charles darwin in türlerin kökeni kitabında yer alan teorinin zorlukları başlığının 150 yıl öncesinde kaldığı. evrimciler zorlukların aşıldığı söylerler. evet darwin döneminde mikrobiyoloji, gen bilimi, mikroskop gibi kavramlar yoktu, hücrenin komplike yapısı, dna replikasyonu bilimiyordu. darwin in umudu bilimin gelişmesiyle tüm söylemlerinin doğru çıkacağıydı. en önemlisi paleontoloji zaman içinde avuç avuç ara form bulmalıydı, katmanlardan trilyonlarca ara form fosili fışkırmalıydı.

    evet bilim gelişti, mikrobiyoloji ve gen bilimi ile insanın kökenine inildi, evet elektron mikroskopuyla bugün atomun ne olduğu bile çözüldü. en önemlisi paleontoloji gelişti ve kambriyen döneminde, bundan 540 milyon yıl önce canlı filumlarının bir anda ortaya çıktığını ortaya koydu.

    bugün gelişen bilim dalları evrim teorisini tamamen çürütmüştür. dna ve rna mesela, ne oldukları bilimin gelişmesiyle ortaya çıkmış ve rna ile dna evrim için en büyük çıkmazdır.

    önce dna ile başlayayım,

    dna gibi olağanüstü bir yaratılışa sahip bir molekülü evrim teorisi henüz izah edemiyor biliyorsunuz çünkü özenle ve kusursuzca kodlanmış olağanüstü bilgi kaynağıdır bu dna.

    kaldı ki konu dna zincirinin nasıl ortaya çıktığı sorusundan ibaret değildir. çünkü dna zinciri, içindeki olağanüstü bilgi kapasitesi ile birlikte var olsa bile, bu tek başına hiçbir şeye yaramamaktadır. canlılıktan söz edilebilmesi için mutlaka bir de bu dna zincirini okuyan, kopyalayan ve bu kopyalara göre proteinler üreten enzimlerin bulunması gerekir. yani canlılıktan söz edilmesi için hem dna adı verdiğimiz bilgi bankasının hem de bu bankadaki bilgileri okuyarak üretim yapacak makinaların var olması gerekir.

    işin daha ilginç yanı ise dna'yı okuyup ona göre üretim yapan enzimlerin kendilerinin de yine dna'daki şifrelere göre üretilmeleridir. yani hücrenin içinde öyle bir fabrika vardır ki bu fabrika hem çok çeşitli ürünler üretmekte, hem de bir taraftan bu üretimi yapan robot ve makinaları da inşa etmektedir. tek bir noktasında eksiklik olsa işe yaramayacak olan bu sistemin nasıl ortaya çıktığı sorusu evrim teorisini tek başına yıkmaya yeterlidir.

    burada şu soruyu sormanız lazım kendinize :

    nasıl oldu da genetik bilgi, onu yorumlayan mekanizmalarla (enzimlerle ve diğer molekül yapılarla) birlikte ortaya çıktı?

    ben şöyle bir cevap vereyim bu duruma : son derece kompleks yapılara sahip olan enzimlerin ve rna ile dna'nın aynı yerde ve aynı zamanda rastlantısal olarak oluşmaları aşırı derece de ihtimal dışıdır. bunların birisi olmadan diğerini elde etmek de mümkün değildir. dolayısıyla insan, yaşamın kimyasal yollarla ortaya çıkmasının asla mümkün olmadığı sonucuna varmak zorunda kalmaktadır. ''hayatın kimyasal yollarla ortaya çıkması imkansız'' demek, ''hayatın kendi kendine oluşması imkansız'' demektir. bakın bu durum gerçekten de mucizedir.

    dna için son sözlerim şöyle olsun,

    evrimin dna için cevaplayamadığı ve ''bilim gelişecek cevaplanacak'' dediği sorular var. genetik şifre ilk kez nasıl ortaya çıkmıştı ve nasıl evrimleşmişti? bugün yaşayan tüm organizmalarda hem dna'nın replikasyonu hem de dna şifresinin etkili bir şekilde çevirimi süreçleri son derece kesin enzimlere gereksinim duymaktadır. aynı zamanda bu enzimlerin moleküler yapılarının dna'nın kendisi tarafından kesin bir şekilde belirtilmiş olması dikkate değer bir evrimci gizemi ortaya çıkarmaktadır. şifre ve şifreyi çevirme yolları evrim sürecinde kendiliğinden mi ortaya çıkmıştı? böyle bir rastlantının gerçekleşmiş olabileceğine inanmak neredeyse akıl almazdır. bu bulmaca darwinden önceki dönemde olduğu gibi darwinden sonra da evrimden kuşku duyanlar tarafından özel yaratılış için en güçlü kanıt türüdür. ya da şöyle diyeyim yüksek organizmaların genetik programlarının yapısı milyarlarca bit bilgiye ya da bin ciltlik bir kütüphanenin içindeki tüm harflerin dizilimine eşdeğerdir. bu denli kompleks organizmaları oluşturan trilyonlarca hücrenin gelişimini belirleyen, emreden ve kontrol eden sayısız karmaşık işlevin tamamen rastlantıya dayalı bir süreç sonucunda oluştuğunu iddia etmek insan aklına yönelik bir saldırı gibi geliyor bana. ama bir evrimci bu düşünceyi en ufak bir şüphe belirtisi bile göstermeden kabul etmekte. anthony flew hariç. böyle büyük bir ateist sadece dna'nın yapısının ortaya çıkarılmasından sonra her şeyin bilinçli bir zeka ürünü olduğunu kabul edip ateizm yolunda yıllarca etkilediği insanlardan özür diledi.

    şimdi gelelim rna'ya,

    ilk canlı hücrenin nasıl oluştuğu üzerine evrimcilerin tarihteki ilk açıklamaları cansız maddeden canlı madde türemesiydi biliyorsunuz. hatta çürümüş ette oluşan kurtlar en öenmli kanıt olmuştu ki aslında bozulan ete konan sineklerin larvaları olduğu çok sonraları meydana çıktı. cansız maddeden canlı madde türemesi teorisi çok gerilerde kaldı ama bir teori çürüyünce bir başka teoriye tutunma arzusu evrimcilerde gene baş gösterdi. kızmayın bana ama bu böyle gerçekten.

    alexander oparin di sanırım. bu oparin isimli rus biyolog ilkel dünyada bir takım tesadüfi kimyasal reaksiyonlarla ilk önce proteinlerin oluştuğunu, bunların birleşmesiyle de hücrelerin doğduğunu ileri sürdü. oparin in 1930lu yıllarda ortaya attığı bu iddianın en temel varsayımlarının bile yanlış olduğu ise 1970li yıllardaki bulgularla anlaşıldı. oparin in ilkel dünya atmosferi senaryosunda organik moleküllerin oluşmasına imkan verebilecek metan ve amonyak gazları yer alıyordu. ama gerçek atmosferin metan ve amonyak temelli olmadığı, aksine bir de organik molekülleri parçalayan oksijen gazından bol miktarda içerdiği anlaşıldı ve bu durum moleküler evrim teorisi için büyük bir darbe oldu, ''ilkel atmosfer deneyleri''nin tümünün geçersiz olduğu anlaşıldı. bu nedenle 80li yıllarda yeni arayışlara girişildi. bunun sonucunda ilk önce proteinlerin değil, proteinlerin bilgisini taşıyan rna molekülünün oluştuğunu öne süren ''rna dünyası'' senaryosu ortaya atıldı.

    bu senaryoya göre, bundan milyarlarca yıl önce her nasılsa kendi kendisini kopyalayabilen bir rna molekülü tesadüfen kendiliğinden oluşmuştu. sonra bu rna molekülü çevre şartlarının etkisiyle birdenbire proteinler üretmeye başlamıştı. daha sonra bilgileri ikinci bir molekülde saklamak ihtiyacı doğmuş ve her nasılsa dna molekülü ortaya çıkmıştı.

    hücrede bir proteine ihtiyaç duyulduğu zaman dna molekülüne bu ihtiyacı bildiren bir sinyal gönderilir. bu sinyali alan dna hangi proteine ihtiyaç duyulduğunu anlar ve ardından bu proteinin aminoasit diziliminin bilgisinin bulunduğu bölümün bir kopyasını çıkarır. bu kopyalanan bilgi üretilecek proteinin bilgisini taşıyan mesajcı rna'dır. mesajcı rna kopyalandıktan sonra çekirdekten çıkarak proteinin üretim fabrikaları olan ribozomlara doğru yola koyulur. aynı anda dna dan kopyalanmış olan bir diğer rna aminoasitleri taşıyarak ribozomlara getirir. her amino asit kendisine özel bir taşıyıcı rna ile taşınır. üretilecek olan proteine ait amino asit diziliminin bilgisini taşıyan mesajcı rna ribozomun üretim bölgesine yerleşir. taşıyıcı rna getirdiği amino asitlerle birlikte mesajcı rna'da bildirilen sıraya uygun şekilde karşısına geçer. yine dna'dan kopyalanan bir başka rna molekülü mesajcı rna ile taşıyıcı rna nın birbirine bağlanmasını sağlar. yan yana gelen taşıyıcı rnaların getirdiği amino asitler aralarında peptid bağı oluşturarak protein zincirlerini meydana getirirler ve getirdiği yükü boşaltmış olan taşıyıcı rnalar da ribozumdan ayrılır. daha sonra üretilen protein de kullanılacağı yere doğru yola çıkar.

    her aşaması ayrı bir imkansızlıklar zinciri olan bu hayal etmesi bile güç senaryo, hayatın başlangıcına açıklama getirmek yerine, sorunu daha da büyütmüş ve pek çok içinden çıkılmaz soruyu gündeme getirmiştir sayın evrimciler.

    1- daha, rna yı oluşturan nükleotidlerin tek birinin bile oluşması kesinlikle rastlantılarla açıklanamazken, acaba hayali nükleotidler nasıl uygun bir dizilimde bir araya gelerek rna yı oluşturmuşlardı?

    2- tesadüfen oluştuğunu farzetsek bile, yalnızca bir nükleotid zincirinden ibaret olan bu rna hangi bilinçle kendisini kopyalamaya karar vermiş ve ne tür bir mekanizmayla bu kopyalamayı başarmıştı? kendisini kopyalarken kullanacağı nükleotidleri nereden bulmuştu?

    3- kaldı ki eğer ilkel dünyada kendini kopyalayan bir rna oluştuğunu ve ortamda rna nın kullanacağı her çeşit amino asitten sayısız miktarlarda bulunduğunu farzetsek ve bütün bu imkansızlıkların bir şekilde gerçekleşmiş olduğunu düşünsek bile, bu durum yine de tek bir protein molekülünün oluşabilmesi için yeterli değildir çünkü rna, sadece proteinin yapısıyla ilgili bilgidir. amino asitler ise hammaddedir. ancak ortada proteini üretecek ''mekanizma'' yoktur. rna'nın varlığını protein üretimi için yeterli saymak, bir arabanın kağıt üzerine çizilmiş tasarımını o arabayı oluşturacak binlerce parçanın üzerine atıp sonra arabanın kendi kendine montajlanıp ortaya çıkmasını beklemekle aynı derecede saçmadır bence. ortada fabrika ve işçiler yoktur ki bir üretim gerçekleşsin.

    bir protein, hücre içindeki son derece karmaşık işlemler sonucunda pek çok enzimin yardımıyla ribozom adı verilen fabrikada üretilir. ribozom ise yine proteinlerden oluşmuş karmaşık bir hücre organelidir. dolayısıyla bu durum ribozomun da aynı anda tesadüfen meydana gelmiş olması gibi bir akıl almaz varsayımı beraberinde getirecektir.

    rna dünyası tezinin gerçek olabilmesi için rna nın proteinlerin yardımı olmaksızın kendini kopyalayabilme özelliği ve protein sentezinin her aşamasını gerçekleştirebilme özelliği olması gerekir ki böyle bir şey anlattığım gibi mevcut değildir.

    buraya kadar yazdıklarım sıkıcı gibi gözükse de gerçektir ve evrim bu gerçeklere asla tek cevap veremez. bu yüzden neandertaller derler, steve projesi derler, ''galileo da böyleydi ama bilim geliştikçe galileo nun haklılığı ispatlandı'' der. neandertallerin ispatlarıyla kayıp bir ırk olduğunu, steve projesinin komedi olduğunu, galileo-bilim gelişmesi söyleminin onların aleyhine geliştiğini ve bilim geliştikçe evrimin köşeye sıkıştığını, canlıların başlangıcının dünya dışından gelen bakteriler aracılığıyla olmadığını ispatlayarak söyledikçe, tüm bunları anlattıkça en sonunda susarlar.

    gün gelecek, 100 yıl sonra falan o gelecek dönemin gençleri kendi arasında konuşacak ve evrimden ''ulen bir zamanlar insanlar böyle bir hipoteze nasıl olmuş da inanmışlar'' diyerek gülecekler.

    gerçekleri görmek zor değil, zor olan inandıklarınızı sorgulama gücüne sahip olabilmeniz.

    yoruldum yazmaktan ben gidiyorum. bakardicola ile bir başka evrim teorisinin çürütülmesi köşesinde görüşmek üzere.
    3 ...
bu entry yorumlara kapalı.
© 2025 uludağ sözlük