bütün o akla, kalbe ve vicdana dokunur bu nasihatlere rağmen, yine de celladını arayan bir mahkum edasıyla onun peşinden koşmak için yeniden yola çıkmıştı. onda tene dokunur, cana dokunur bir şey vardı bütün huysuzluğuna, bütün serkeşliğine rağmen. onda kimsenin kabul edemeyeceği, kimsenin anlayamayacağı, hele hele hiçbir norma sığdırılamayan, tuhaf bir şey vardı. ayıptı bunu düşünmek, ama vardı işte bir şey. bir köle gibiydi ruh, artık onun yanında olmaktan başka bir şey düşünemiyordu. aciz hissediyordu bir erkek, ve bu acizliği sadece onun acizliğine çare olarak giderebilirdi. hayatına devam edemiyordu o erkek, olmuyordu işte. her boşlukta, her rüyada. bir yolu gözlüyordu hep, o yollara çıkıyordu. üç beş saniyelik o tepkiyi, kendisinden ne kadar tiksinildiğinin tepkisini görmek için, o yanındakilere köleyi şikayeti uzaktan da olsa duyabilmek için. bir dayak yemek istiyordu bu yürek. bir bedel ödemeliydi, ondan kaynaklanan somut bir iz olmalıydı. bu yaptığı aptallık ötesi bir şeydi, dünyanın en rahatsız edici erkeklerinden biri olma potansiyelini kendinde görebiliyordu. ne var ki, bu cesareti büsbütün kendinde bulamadığından zihninde kalıyordu her şey.