sucker punch

entry77 galeri video1
    74.
  1. 2011 yapımı, zack snyder'ın underrated filmi.

    film bir sinema şaheseri mi? elbet değil, zaten amaç da bu değil. ancak filmi hiç anlamamış izleyici tarafından yerin dibine sokulması gülünç.

    görsel efektleri, mekan ve soundtrack seçimleri titizlikle yapılmış.

    filmin en büyük handikapı sinemalara bol aksiyon sever, liseli kız fetişi olan kitleyi çekmiş olması. sonuçta seksi kızların herkesi haşat ettiği, mağrur ve emin adımlarla hastaneden kaçışlarını vermediği için de yerden yere vurulmuş.

    konuya gelirsek:

    ''reality is prison'' ''your mind can set you free'' ''to reach your own paradise, just let go'' gibi mottolarla aslında bize oldukça fazla ipucu vermekte.

    hikaye birçok katmandan oluşuyor. babydoll ilk olmamakla birlikte bu katmanların alt seviyesi. babydoll'un akıl hastanesini gece klübü tasviri bir üst katman, ve fantazilerle dolu olan hayal dünyası da en üst katman.

    karakterlerin giyiminden, makyajına kadar seksist bir yapı olarak eleştiri alması aslında filme değer katıyor. çünkü bu bakış açısı, kızların olmak istediği değil, erkeklerin kendilerini nasıl gördüğüyle alakalı. ilk sahnede babydoll'u evinde pijamasıyla oturan küçük kız olarak görüyoruz.

    akıl hastanesiyle başedebilmesinin tek yolu hayal dünyası; burayı gece kulübü olarak tasvir ediyor. zira aynı gece kulübü, uyuşturucu ve fuhuş işine paravan olduğu gibi, hastane de akıl hastanesi gibi görünen ancak rüşvet, cinsel taciz ve acı dolu bir dünyanın paravanı.

    sweat pea, babydoll'un duru kişiliği, arkadaşları rocket, blondie ve amber ise karakterinin diğer yansımaları.

    babydoll (yani sweat pea) içinde bulunduğu durumdan kurtulmak için öncelikle kendi zayıflıklarından kurtulmak zorunda.

    dans sekansı, yani en üst katmandaki fantastik dünya, babydoll'un en ekstrem kaçış yeri. amacına ulaşmak için gereken araçlara ulaşmak için gardiyanlara karşı verdiği mücadele ve/veya cinsel tacizler esnasındaki kaçış yeri.

    kendi içindeki çatışmalar ve düşmanı olarak gördüğü hastaneden kaçış mücadelesi sonrasında, sweat pea'yi kendisi yapan herşeyi ya terapi ya da istemeyerek yitirir, aslında kaçmanın kurtuluş olmadığını, kendisi için en iyi şeyin bildiği, hatırladığı herşeyden kurtulmak olduğunu keşfeder ve lobotomiye isteyerek girer. çünkü ne kadar mücadele ederse etsin, kaçmasını gerektiren tek şey akıl hastanesi değildir. gerçekliğin acısından asla kaçamayacağını bilmektedir.

    lobotomi ile arzuladığı özgürlüğe kavuşmuştur. tabi her ne kadar aslında ana karakterimiz olmayan ana karakterimiz hafızasını ebediyyen yitirmiş olsa da sneider abimiz yüreğimize biraz da olsun su serpmek için kötülerin cezasız kalmamasını sağlamış.

    daha iyi bir kurgu ile çok iyi bir film olabilecekken, birşeyler eksik kalmış, gizemli bir yön bırakma adına kendini seyirciye tam olarak yansıtamıyor. mesela lobotomi konusunda çatışma yok, lobotomiye karar verebilecek tek yetkili psikiyatr prosedürde kendi imzasını görünce şaşırıyor.

    yine de herşeye rağmen klasik aksiyon-fantazi filmlere bir alternatif olması açısından başarılı.

    puanım 7.6/10
    0 ...