kırk yıllık emekçi kadınlar gününün salt bir "kadınlar günü" olarak kutlandığı memlekette, kadınlara "pozitif ayrımcılık" adı altında cinsiyetçiliğin dibine vurulmasıdır.
bir kadın, sadece kadın olduğu için ayrıcalığı hak etmemeli.
bir erkek, sadece erkek olduğu için bazı şeylerden muaf tutulmamalı.
kadına kadınlığını hissettirmekle, kadına zayıf, güçsüz, çelimsiz bir bireymiş gibi davranmak arasında dağlar kadar fark var.
fiziksel olarak kadınla erkeğin arasındaki farkın zaten herkes farkında. yalnız, amazon ormanlarında yaşamıyoruz. kimse avını koşarak, zıplayarak, okçuluk yaparak yakalamıyor. kimse saatte 80 km hızla avına yaklaşan bir çıta değil. altı üstü insanız. fiziksel özelliklerimizden çok, zihinsel özelliklerimizi kullandığımız için insanız. hayvanlardan farkımız bu zaten.
şehirlerarası taşımacılıkta otobüslerin en ön koltuğuna çoğunlukla kadın oturtulmasının sebebini biliyor musunuz? vitrin orası.
yine şehirlerarası yolcu taşımacılığında kadınla erkeğin yan yana oturmamasının sebebini de biliyorsunuzdur. yakınındaki keçi yavrusuna bile sulanan yaratıklar yaşıyor bu memlekette. kadınla aynı koltuğa oturmak mı? amanın.
kadınlar, kendilerini bir et torbası olarak görmediği, kendilerinde var olanın sadece iki meme ve bir kukudan ibaret olmadığını anladıkları, aslında kafalarını çalıştırdıklarında erkeklerle aralarında hiçbir fark kalmadığını, pozitif ayrımcılık adı altında, eşitlik adı altında, kadınlara saygı adı altında aslında onların ikinci sınıf, güçsüz, ezik birer vatandaş olarak görüldüğünü anladıkları zaman bu ülkede bir şeyler değişebilir.
onun dışında biz yıllar boyu televizyonlarda taciz, tecavüz haberleri izlemeye devam ederiz.
yürürken kaldırımdan başını kaldırıyorsan yollu,
aşağı bakıyorsan kezban,
gülüyorsan orospu,
somurtuyorsan götü kalkık,
sevişiyorsan kevaşe,
sevişmiyorsan sofu olarak damgalanan bir memlekette,
yani türkiye gibi üçüncü sınıf bir ortadoğu ülkesinde, fazlasını beklemek hayalcilikten başka bir şey değildir.