kimisinin, alakasız, boş tezlerle çürütmeye çalıştığı kanıtlardır.
ey cahiller, imtihan, dirilme, hesap verme, cennet, cehennem gibi tezlerinizin geçerli olabilmesi için, imtihan edilebilecek, sorumlu tutulabilecek "tutarlı" bir "ben" olması gerekir. söz konusu "ben"i de "ruh" olarak açıklıyorsunuz.
peki fiziksel ve kimyasal etkilerle bu kadar değişikliğe uğrayabilen bir "ben" nasıl bir "ben"dir? ortada gerçekten sorumlu tutulabilecek, hesaba çekilebilecek, tekrar diriltilebilecek sabit bir "ben" var mıdır?
misal, bir kişi, frontal lobu hasar aldığı için, çekilmez, aksi, kalp kıran, hırsızlık yapan, doğruyla yanlışı ayırt edemeyen, sağlıklı ahlaki değerlendirmeler yapamayan, yolun ortasına dışkılayan (şişli etfal'deki kadının böyle bir rahatsızlığı olabilir, zira frontal lob hasarlarında literatüre geçmiş benzer örnekler var) bir kişi haline gelsin... bu kişinin sorumlu tutulacak hali hangisidir? önceki hali mi, sonraki hali mi? işinize geldiği için "önceki hali" diyeceksiniz... neye dayanarak? "efendim beyni hasar almış işte" diyeceksiniz. iyi de o zaman "ruh" dediğinizin "beyin" olduğunu itiraf etmiş olmuyor musunuz? aynen bir robot gibi... ana işlemcisi bozulunca, bozuluveriyor!.. geriye ne kalıyor? sadece inançlarınız, boş iddialarınız...
eminim kahir ekseriyetiniz "occam'ın usturası" tabirini duymamışsınızdır. felsefi bir prensiptir. "zorunlu olmadıkça varlıkları çoğaltmamak gerekir" anlamına gelir. söz konusu prensibi örneğimiz açısından ele alırsak, ortada bozulunca "bizim" de bozuluverdiğimiz bir makina (beyin) var. durum böyleyken beynin ötesinde bir de ne idüğü belirsiz "ruh" kavramını koymanın ne manası var? ortada yeterli açıklama varken, varlığına dair hiçbir işaret olmayan ek bir kavram türetmek niye?
burada saçmalayanların okuması, anlaması mümkün değil ama geniş bilgi isteyenlere nörolog david eagleman'ın "incognito" adlı satış rekorları kırmış eserini tavsiye ederim.