soracak, söyleyecek kimse kalmadığından, kaldıysa da cevap alınamadığından; monolog halinde geçenlerdir... yalnız kalındığından da, depresif, karanlık olması kaçınılmazdır...
Bilir misin?
Denizler mavi değildir aslında!
Güneştir yansıyıp onu mavi yapan;
Ay da güzel değildir yine...
Yine güneş yansır;
Mavi gözlü ay yüzlüm unutma!
Güzelliğin yansıma...
Prenses...
Yıkayınca saçlarını, kabarırdı; utanırdın ben bakınca! Yüzün kızarmadı hiç; beni piç gibi bırakınca! Her yüzde gülüşünü ararken ben, her bedende tenini ararken; beni kimlerde buldun sen! Sildin mi kokumu teninden? Sildin mi parmak izlerimi bedeninden!
Yoruldum ve sıkıldım artık sen gittikten sonra başlayan bu oyundan. ismine yine hayat diyorlar ama ben alışamadım; ne ismine ne cismine... Ölmek de bana göre değil, ben olmazsam dönmez dünya. Kendi yarattığım küçük dağların üzerine çıkıp atlayamıyorum! Yaşamla ölüm arasında gidip geliyorum, arada kalmışlığın, bir yere ait olamamanın verdiği sancıyı yaşıyorum... Ağrı kesicilerle aram iyi değil, kesemiyorlar hiçbir şeyimi; oysa sen öyle miydin; bileklerimi ne de güzel kesmiştin...
Soyutlaştıkça hayattan, somutlaşıyor daha önceden soyut olan, hiç aşina olmadığım kavramlar; kavramakta zorlanıyorum... Kalın geliyor, yutamıyorum, tırtıklı geliyor kelimeler konuşamıyorum... Sorular soruyorum kendime, kendim daha buraları işlemedik ki diyor kendime! Kendime sıfır verip oturtuyorum yine aslında hiç kalkmadığım yerin(m)e! Senden yine kalıyorum; hiç hak etmediğim halde...
Gün geçtikçe, hani şehir merkezinden uzaklaşınca yolların asfaltları bozulur ya, işte öyle bozuluyorum artarak artan bir ivmeyle! Gitme demiştim, piç olurum demiştim, dinlemedin! Artık işleyeceğim günahların yarısı senin, bilmelisin... Söylediğim ve söyleyeceğim yalanların telifini gönderirim, ondan şüphen olmasın...
Yeni sayfalar açmaya çalışıyorum tabir caizliğinin son noktasında; açtığım her sayfada, tükenmez kalemle yazılmış, normal silgiyle çıkarılmaya çalışılmış ya da üzeri karalanmış ismin çıkıyor... Yeni şeyler yazmaya çalıştıkça ya sayfa yırtılıyor ya da yazdığım isimler siliniyor kendiliğinden!
Gidişin birkaç beden büyük geldi, ne kadar zaman geçti bak; hala oturmadı üzerime! Küçüklüğümde alınan ayakkabılar gibi, gerçeği; ayaklarım yeterince büyümeden parçalanırdı ayakkabılar...Hoş; şimdi de, ben büyüyene kadar parçalanıyor aşklar! Ve parçalanırken aşklar anlıyorum yavaş yavaş ''kimsede seni bulamayacağımı''
Yüklemi korkak, öznesi utangaç, duygu tahribatı yüksek cümleler kurmaya çalışıyorum hala! Karaciğerimle ve akciğerimle inatlaşıyorum sonra, adını sayıklıyorum sızdığım zamanlarda... Bitmeyen bir düşüşteyim, düşüyorum düşüyorum çarpmıyorum bir yere... Sanırım çok yüksekteymişim, yeni anlıyorum...
Düşümdün; düşümde düşümü düşürdün... Belki de bu yüzden korkuyorum uyumaya, düş görme korkusuna... Ve uyumadığım için, uyanamıyorum dolayısıyla; hala seni düşünüyorum baksana...
Ama yine de;
sen gittin...
ben bittim...
kalmadı benden bir şey...
sakallarım batıyor işte yüzüme..
kim görse,
acıyor...
yokluğunsa acıtıyor...
sen gittin...
hayat bitti, yol bitti...
dönemiyorum gittiğim en uzak yerlerden
kalmadı verecek yol param
bir öğrenci diyorum
yalnızlık öğrenci kabul etmiyor...
sen gittin...
güneşim dondu, çiçeğim soldu...
menekşeler açmıyor artık..
küsmüş..
konuşmuyor benimle...
sessiz ama bir o kadar hırçın
kimsesiz ama bir o kadar onurlu
susuz ama bir o kadar yakıcı
özlemin dolaşıyor damarlarımda...
ahh sen gittin...
çıkmıyor kokun odamdan,
oysa kaç paket sigara söndürdüm
yalnızlığıma basıp...
dudaklarım kanıyor,
çatlamış soğuktan...
durduramıyorum...
yine de söylüyorum,
ısırırken dudaklarımı, sıkarak dişlerimi
yokluğunla deneme beni!