Bazen yeterince acının sizi duygusuz bir insan yapacağını hissedersiniz. Acının doruğa ulaştığı anda dersiniz ki "Evet bugün, hayatımın geri kalanını duygusuz geçireceğim ilk gün olacak".
Sonra umursamaz olamadığınızı farkedersiniz. Bunu farketmeniz bir saati bile almayacaktır. Bu sizi bütün zararlı hislere karşı savunmasız yapacaktır; aşk, sevgi, merhamet, nefret, kıskançlık, acımasızlık vs.
Tek bir tuşla mekanik olmak istersiniz. Olamazsınız. Sisyphos gibi her defasında bir umutla taşırsınız duyguları sırtınızda, onun o kayayı sırtında taşıdığı gibi, sonunda onlardan kurtulacağınızı düşünerek. Ama kurtulamazsınız. Kaya sizi yuvarlayacak ve onu her defasında yine taşımak zorunda kalacaksınız. Çünkü "iyi" insanlar umursarlar, kötü olmayı göze alsanız bile umursamaz olamazsınız. Bu durum etik değerlerden ödün vermeyen insanların en büyük problemidir.
Bu "lanet" tek bir zayıf nokta ile yaşar bedenimizde : Delilik. Duygusuzlaşan insan klinik anlamda delirmeden bu işi başaramaz. Bütün değer yargılarını yıkmak zorundadır. Bunu delirmeden yapamazsınız. Bu bir geçiş fazıdır.
Öte yandan da çocukluktan itibaren oturmuş "duygusuzluk" kişiliğine sahip sosyopat insanlar vardır ve bu başlıkta bahsedilen "insanı duygusuzlaştıran şeyler" onları etkilemez.
Kısaca, duygusuzlaşan insan, bütün insani değerlerini kaybetmeyi göze almış kişidir. Duygusuzlaşma süreci bir kere başladığında asla durmayan bir zincirleme kaza gibi olaylar gelişir. işlerin düzeltilemeyeceği noktaya geldiğini farkettiğinizde aslında tamamen ona teslim olmak zorunda kalacaksınız. istemeseniz de o sizin tek dostunuz olacak. Tabi bir gün, bu duygusuz mekanik krallığınızdaki küçük bir çatlaktan içeri gelen duygu sızıntısı, size tükürdüğünüzü yalatıp, kurduğunuz krallığın bütün sütunlarını yıkarak sizi en dipten başlatır hayata, zavallı bir halde, duygu dilenerek yaşarsınız.
Bu nedenle insanı duygusuzlaştıran şeyler onu zayıflatan şeylerdir. Kırılgan kemikleriniz olur. Belki sadece onlarla yaşamayı ve kontrol etmeyi öğrenmeli insan.