naif bir film. karlar altında sıcak bir film. mesafeli bir film ama çok tanıdık insanların olduğu. bizden bir film. sovyetler çöktükten sonra ne yapacağını bilmez, beş parasız insanların karlar altındaki bir köyde yaşamaya çalışmalarını anlatıyor. insanlar nasıl orospu olur onu anlatıyor. iletişim sorunu çeken insanlar nasıl aşk yaşar onu anlatıyor. içine kapanık ve tüm dünyadan soyutlanmış bir yerde sıkışmış insanlar nasıl aynılaşır onu anlatıyor. çıldırmamak için böyle bir yerde ufak ama çok ufak mutluluklar lazım gelir onu anlatıyor. minicik hikayesi ve görece kısa süresi ile çok şey anlatıyor. bakışlar, ufak jestler, hayal kırıklıkları, tombe la neige'yi söyleyen şöför, kocasına mezar taşından kızıp somurtan kadın, piyano çalan kız, karların içindeki sandalyeler, sağa sola amaçsızca koşturan atlı. minimalist sinemadan etkilenmiş bir aki kaurismaki filmi hissi veren karelerle az malzemeden çok şey çıkarıyor. o kadar tanıdık ezgiler var ki filmde, o kadar bizden adetler bizden tavırlar, huylar. bu kadar biribirne benzeyen iki millet nasıl bu hale gelmiş diye düşünmemek imkansız. aynı şarkıları dinliyoruz, hayatı aynı frekasnta yaşıyoruz, birbirimize çok benziyoruz. bir ermeni köyünü dilden arındırırsak eğer aradaki çizgiyi ayıt etmek çok zor onu görüyoruz.
menfi kısmı için çok fazla şey söylememek istemekle beraber kürt yönetmenin araya sıkıştırdığı kurdistan posterlerinin çokça sırıttığını, 1915'e yaptığı göndermelerin çok lüzumsuz durduğunu eklemek isterim. mesele bunları dile getirmek değil ama eğer tüm bunları filme yediremezseniz ve böyle sadece 'olmuş olsun diye' araya sıkıştırırsanız tüm o samimi havayı dağıtabilirsiniz. salem' in samimiyeti konusunda şüpheleri olan birisi olarak bu ufak bir kaç ayrıntıyı filmin genel masum, yumuşak havasını zedeledğini ve propoganda sularına girdiği için üzülerek seyrettim.