sırlar sultanı
hak aşkı dendi mi üstüne yok
bir ateş bir kor
zor tanımıyor
zorluk bilmiyor
gerçeğe ulaşma konusunda.
bir adı şems-i perende,
uçan şems.
aşk ikliminde
sevda kürsüsünde
ben de varım diyen herkesin peşinde
herkesin ayakları dibinde.
ama kalp'le hâlisi
gerçekle sahteyi
bir bakışta anlıyor
bir soruyla çözüyor
yer bilmiyor, makam tanımıyor
âşık ve hayran
daha diyor
daha var mı
aşk göklerinde kanat çırpan?
gidiyor... buluyor... dinliyor...
ve şöyle yakınıyor sahte şeyhlerden
daha dün anasının karnından çıkmış
bugün allahlık taslıyor."
ama şimdi hedefi başka:
aşka sultan,
sevdâya rehber,
gönüller sultânı mevlânâ hedef.
gel gelelim
onun da denenip sınanması gerek.
yıl
bin iki yüz kırk dört
ekimin yirmi üçü
cumartesi
öğle sonrası.
altun aba medresesi önüne pusu kurmuş
avını bekleyen bir doğan gibi
ezel âşığını bekliyor şems.
yıl
bin iki yüz kırk dört
ekimin yirmi üçü
cumartesi
öğle sonrası
görünüyor mevlânâ
ak bir katıra binmiş
çevresi sevgi yumağı
câhil, bilgin, genç, ihtiyâr
tek yürek olmuş
onu izliyor.
kararlı adımlarla yürüyor şems
selam sabah demeden
kavrayıp katırın dizginlerini
gözleri gözlerinde
iki şimşek, iki kor
soruyor:
ey madde ve mânâ çarşısının sarrafı
bir müşkülüm var
cevap isterim.
bayezit mi büyük
muhammed mustafa mı?...
nasıl bir soruydu bu
nasıl bir tuzak?
ak bir çatışmayı görür gibiydi mevlânâ.
gene de tek cümleyle cevaplıyor soruyu
elbette muhammed büyük
evet ama
muhammed her yakarışında
biz seni gereği gibi bilemedik
diye niyâz ediyor
oysa bayezit
ben kendimi yüceltir, överim ki
cübbemin içinde
allah'dan başka varlık yok, diyor.
menem ol hazreti allah
göründüm suretâ insan.
nasıl bir hesap bu, cevap isterim.
derin bir sessizlik oldu
sanki kıyamet günü gelip çatmıştı
hani bir kelebek uçsa
kanat sesi duyulacak
soluklar tutulmuş
kulaklar verilecek cevabı bekliyor.
gülümseyerek cevaplıyor mevlânâ
yüzünde güller.
bayezit bir mertebeye varınca
kendini tanrı gördü
oysa muhammed
günde yetmiş bin mertebe aşıyor
vardığı her yücelikte tövbe ediyor
biz seni gereği gibi bilemedik diyerek
yüceliyor yüceliyordu.
işte beklediği cevap
sırlar sultanı şems'in
bir yangın düşüyor gönlüne
yanıyor,
kavruluyor
kıvranıyor güçlü bedeni.
ağzı kan köpük
düşüyor katırının ayakları dibine
mollayı rûm'un
yıl
bin iki yüz kırk dört
aylardan ekim
ekimin yirmi üçü
işte bu yere
iki denizin kavuştuğu yer
"marecel bahreyn" diyor gönül erbâbı
iki denizin kavuşması.