füruğ ferruhzad

entry92 galeri video1
    58.
  1. Redaksiyon derginin, yeni çıkan kadın dergisi Redsista'da hakkında şöylesi bir yazı yazdığım, ölüm yıldönümünde yazarken duygulandığım şairdir. Benzetildiğimdir. Kendime benzettiğimdir. Keşke yaşasaydı'nın en içtenlerini söylediğimdir.

    Hüznün, isyanın ve şiirin kadını: Füruğ Ferruhzad

    Füruğ Ferruhzad; şair, yazar, oyuncu, yönetmen, ressam. Her şeyden önemlisi kadınlığı yasaklanmış topraklarda kadın olabilen bir iranlı. (fotoğraf altı özeti)
    …1935.Soğuk mevsimin başlangıcına inanılan bir Ocak günü, evdeki militarist düzene inat edercesine meraklı, bakışları saçlarından kara bir kız çocuğu doğdu komşumuz iran’da. ilkokuldan sonra Kız Sanat Okulu’na verilen Füruğ, burada “kız işleri” öğrendi. Dikiş, nakış, örgü... Ama bunun yanı sıra resim dersi de görüyordu ve ataerkinin oldukça hakim olduğu ailesinden, özellikle ordu mensubu babasından gördüğü erkek ayrımından dolayı duyduğu üzüntü ve kızgınlığı resimlerine dökmeyi öğrendi. Füruğ bütün hayatı boyunca bu düzenle mücadele edecekti. Sürekli evden kaçma planları yapıyor, kadınlara yasak olan pencerelerin bir gün kendisine de açılacağını, ‘kendine ait bir oda’sı olacağı günleri düşlüyordu. Şiirlerinde görülen ışık-pencere-perde-kapı imgeleri çocukluğunun soğuk günlerinin birer hatırasıydı onun için.
    "evime gelirsen eğer sevgili bana bir ışık getir ve küçücük bir pencere // oradan mutlu sokağın kalabalığını seyredeyim."
    16 yaşında geldiğinde, bu sefer evli bir kadın olarak karşımıza çıkacaktı Füruğ. Evlendikten bir yıl sonra oğlu Kamiyar dünyaya geldi. Ama birinin karısı olmak ona yetmeyecekti. O bir ‘kadın’, bir ‘şair’ olarak anılmak, yaşamını böyle devam ettirmek istiyordu. Bir yıl sonra eşinden ayrıldı. Şeriat kurallarına göre, çocuğun velayeti babaya verilirdi. Çocukluğundan bu yana gelen kederine keder eklendi Füruğ’nun, oğlunu bir daha göremeyecekti çünkü. Oğlu için şu satırları yazmıştı bir şiirinde:
    ”…seni istiyorum ve biliyorum
    asla koynuma alamayacağım
    sen o aydın ve pırıl pırıl gökyüzüsün,
    ben bu kafeste bir tutsağım…”
    Hüznünün yazı halini asla terk etmeyecek, Tahran’a dönüp ilk kitabını yayımlayacaktı Füruğ. Onun için hayat her zamankinden çok daha zor olacaktı. Hem ‘günah dolu’ resimler çizen, hem erotik bulunup acımasızca eleştirilen şiirlerin şairi, hem de boşanmış bir kadın olarak, toplumdan tamamen dışlanmış hissediyordu. O sıra “Günah” isimli bir şiir yayınladı.
    Günah işledim lezzet dolu bir günah
    Alevli yangılı bir kucakta
    günah işledim kinci, sıcak
    Ve demirsi iki kol ortasında”
    Bu şiirde başka başka aşklarından, yaşadığı gizli ilişkiden dem vuruyordu. Şiir tesirini hızlı göstermiş, ailesi dahil herkes tarafından ötekileştirilmiş, “kötü kadın” yaftası yemişti artık Füruğ. Yaşadığı yılların ikinci dünya savaşı zamanlarına denk düştüğünü de düşünürsek hayatı zindan edilmişti, sanatçıların, demokrat düşünlü insanların toplumdan dışlandığı, durmadan gözaltına alındıkları dönemlerdi zaten. Yazar arkadaşı Celal Hoşrovşahi Füruğ’nun Öyküsü adlı kitabında, bir gece telefonun çaldığını, polisin aradığını anlatır. Neden olduğunu sorunca, polis şöyle der ”Bugün bir miting sırasında yakalandı Füruğ hanım. Polise hakaret ve dövme suçundan…” işte bu sınırlara ve duvarlara boyun eğmenin doğaya aykırı olduğunu söyleyen bir kadının hapsedilmesinin öyküsüydü.
    1958 yılında aşka ve güneşe ibrahim Gülistan’la tanışarak merhaba diyecekti Füruğ. ibrahim, çevirmenlik ve yönetmenlik yapan aydın bir kişidir. Golestan adlı film şirketinin de sahibidir. Füruğ sinemada oyunculuk, dublaj, kameramanlık gibi birçok iş yapacak, hatta daha sonraları iranlı cüzzam hastalarını ve sorunlarını anlattığı bir kısa film çekecekti. Cüzzamın yüksek derecede bulaşıcı bir hastalık olduğunu bilmesine rağmen, 3 hafta kadar onlarla yaşayacak, yaşamlarına bizzat şahit olacaktı Füruğ. Tebriz Cüzzamlılar Evi’nde geçirdiği bu süre zarfında Hüseyin adlı çocuğun kendi gibi kara ve meraklı bakışlarından etkilenecek, kendi canından sayacak, onu evlatlık edinecekti. 1963’te “Yeniden Doğuş” adlı, şiirinin en olgun eserini yayınlayacaktı. Aynı adlı şiirinde dediği gibi onun payına düşen, anılar bahçesinde hüzünlü bir gezintiydi. isyanları, aşkları, şiirleriyle varolan bu kadın, stüdyoya yetişmek için arabasıyla hızla giderken, bir okul servisine çarpmamak için direksiyonu kırınca kaza yapıp daha 32 yaşında gözlerini yumacaktı hayata. “inanalım Soğuk Mevsimin Başlangıcına” adlı şiir kitabı sonsuza dek öksüz ve yarım kalacaktı. Ne acıdır ki, hayatını onunla mücadeleye verdiği bu düzen, yakasını öldükten sonra da bırakmayacak, bu günahkar kadının cenaze namazını kıldırmak isteyen hiçbir molla olmadığı için, cenazesi iki gün bekletilip, daha sonra bir yazar tarafından kıldırılacaktır.
    20. yüzyılın en önemli kadın şairlerinden olan Füruğ, yaşamıyla, durmaksızın sürdürdüğü başkaldırısı, hüzün yüklü şiirleri, kapkara bakışları, cesur bir kadın oluşuyla sadece iran’ı ve çevresini değil, tüm dünyayı etkileyecektir. Örneğin, Michael Hillman, “Yalnız Kadın” adıyla onun hayatını ve şiirlerini yayınlar. Noir Desir’in dinlemekten bıkmadığımız hüzün ritmli “Le Vent Nous Pontera” şarkısı da, iranlı yönetmen Abbas Kiyarüstemi'nin 1999 yapımı Rüzgar Bizi Sürükleyecek filmi de Füruğ’un şiirinden alır adını. UNESCO, Füruğ’un yaşamından yarım saatlik bir belgesel hazırlar ve aynı yıl Bernardo Bertolucci yaptığı bir televizyon belgeselinde Füruğ’a 15 dakikalık bir yer verir.
    “ve ne kadar yılan yuvasına benziyor bu gökyüzü
    seni öperken bile
    düşlerinde darağacına senin için ipler ören
    adamların ayak sesleriyle dolu”
    Füruğ Ferruhzad, kadın olmanın yasaklandığı topraklarda, kadın ve şair kalabilmek, önemsenmek için yaşamış, günümüzde bile geçerli olan bu dizeleri o günlerden yazabilmiş ileri görüşlü bir kadındı. Deliler dünyasında bir tek akıllı olmanın acısıyla büyüdü. Şiirleri, resimleri, yaşadığı her saniye erkekler dünyasına bir başkaldırıydı. O şiirin ahlaksız ve kederli kadınıydı. Ölümünün yıldönümünde bu biyografiyi yazarken, bu düzen içinde ölen/yaşarken yavaş yavaş öldürülen tüm kadınların gözlerindeki hüzne, Füruğ’un babasının nezdinde eril sisteme yazdığı şu sözlerle ortak olalım:

    “… Benim en büyük derdim sizin beni tanımamış olmanızdır; hiçbir zaman da tanımak istemediniz ve belki de hâlâ siz benim hakkımda düşündüğünüzde, beni uçarı, aşk romanları ve Tahran Müsavvar dergisinin öykülerinden dolayı kafasında aptalca düşünceler oluşan bir kadın olarak biliyorsunuz. Keşke öyle olsaydım ve mutlu olabilseydim. işte o zaman dünya küçücük bir odacık olurdu ve ben, dans partilerine gitmekle, güzel ve şık elbiseler giymekle, komşu kadınlarla çene çalmakla, kaynana ile dalaşmakla ve kısacası pis ve anlamsız binlerce işle yetinirdim ve daha büyük ve daha güzel bir dünyayı tanımazdım; bir ipekböceği gibi kendi kozamın sınırlı ve karanlık dünyasında kıvranarak büyürdüm ve hayatımı sona getirirdim. Fakat ben böyle yaşayamazdım. Ben kendimi bildiğim andan beri, benim başkaldırım ve isyanım bu aptalca görünüş ile başlamıştır. Ben büyük olmak istiyordum ve istiyorum. Ben, bir gün doğup ve bir gün bu dünyadan çekip giden ve arkalarında bu geliş ve gidişlerinden herhangi bir iz bırakmayan yüz binlerce insan gibi yaşayamam...”
    Bir kuş öldü, biz uçuşunu hatırlayalım…
    2 ...
  1. henüz yorum girilmemiş
© 2025 uludağ sözlük